Türkiye’nin şuanda mücadele ettiği ekonomik saldırı, birçok eksikliğimizi de görmemize vesile oluyor.
Aslında kriz ve savaş dönemleri, yeni hikayelerin yazıldığı, yıkılmayanın daha da güçlü ayağa kalktığı dönemlerdir.
Bunun sebebi de, açıkları görerek savunma mekanizması geliştirmeniz için ortaya çıkan alandır.
Eğer böyle bir badireyi hasarsız ya da hafif hasarla atlatabilirseniz, o konudaki eksikliğinize karşı da kalıcı bir savunma mekanizması geliştirirsiniz. Ve uzun vadede gücünüzü daha da pekiştirirsiniz.
Kurumlar ya da devletlerin böyle durumlarda yapması gereken en önemli şey; duygusallık yerine akılcı davranmaktır.
Kriz gibi durumlardan ders alıp; açıkları, eksiklikleri tespit etmek ve kalıcı çözüm üretmek en gerçekçi olanıdır.
Türkiye, içinde bulunduğu bu sıkıntılı süreci elbet atlatacaktır. Fakat sık sık karşı karşıya kaldığımız ekonomik saldırılara karşı da kalıcı bir çözüm üretmek mecburiyetindeyiz.
Yerel basın adına konuşacak olursam mesela, şuanda çok büyük bir ekonomik darboğazla karşı karşıyayız.
Kağıt fiyatlarındaki astronomik artış ve resmi-özel ilanlardaki keskin düşüş işimizi zorlaştırdı.
Biz bu süreçte kağıdın önemini anlamış olduk örneğin.
Maalesef yerli bir kağıt üreticimiz yokmuş, bunu da öğrendik.
Yine dünkü manşetimiz de de bahsetmiştik, çiftçiler de oldukça sıkıntılı bir sürece girdi.
Gübre, elektrik ve mazot fiyatlarındaki artış çiftçiyi karakara düşündürüyor.
Üstelik bu topraklarda üretebileceğimiz birçok tarımsal ürün, ithal tarım ürününe yenik düşüyor.
İşte bu yüzden, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın; “Üretim, üretim, üretim” çağrısına hepimizin destek vermemiz gerekir.
Yaşanan bu ekonomik savaşın bize verdiği çok önemli mesajlar var.
Üçüncü dünya savaşının su ve gıda ihtiyacı sebebiyle çıkma ihtimali çok yüksek.
Bizim bu durumu öngörüp, gerekli bütün adımları atmamız gerekir.
Türkiye’nin her ilinde tarımsal kooperatifler, tarıma dayalı büyük işletmeler kursak, mesela dolar bize ne yapabilir ki?
Ülke olarak; şekerden ayçiçeğine, patatesten üzüme, pekmeze, çikolataya, yoğurda, süte, peynire, sucuğa, traktörden sulama borusuna kadar tarımsal her şeyi üretebilecek kapasiteye sahibiz.
Cennet Anadolu’nun toprağına, iklimine, havasına, suyuna sahip olmak isteyen şer güçleri ancak bu nimetlere sahip çıkıp daha fazla üreterek dize getirebiliriz.
Eğer biz bugün şeker pancarından vazgeçersek, gelecek yıl ithal şeker piyasayı kapatır.
Keza; ayçiçeği, patates, üzüm, çikolata, yoğurt, sucuk üretmezsek, ithal ürünlere mahkum kalırız.
İlk sıkıntıda da tökezler, gıda kıtlığı yaşarız.
Yerli üretimde ortaya çıkacak bir delik, heybemizdeki milli servetin dışarıya akmasını kaçınılmaz kılar.
Bize düşen, öncelikli olarak kendi yağımızda kavrulmak ve daha sonra ise yağı yemeğe dönüştürüp daha fazla kar ederek satmaktır.
Yoksa bir kamyon patates satıp, 1 adet çip almaya mahkum olmaktan bahsetmiyorum.
Elbette çip üretmek daha kârlı bir iş, ama tarımsal üretim bir ülkeyi ayakta tutan kolon gibidir.
Necmettin Erbakan’ın da dediği gibi, ‘Meselenin şeftali değil motor üretmemiz’ olduğunun farkındayım elbet.
Biz hem şeftali üreteceğiz, hem motor!
Bize düşen kaliteyi ve üretimi artırmak, ürettiğimiz üründe en güçlü olmaktır.
Bize düşen, heybedeki deliği tıkamak, bir taraftan da ülkemizin heybesini büyütmektir.
Konya kadar büyüklükteki Hollanda bize şunu satıyor, bunu satıyor demeye mahkum olmamak için, Hollanda’dan daha fazla çalışmamız gerekiyor.
Konya Şeker gibi bir değere sahibiz. Bence, Türk tarımında açtıkları çığır için onlara bir teşekkür borcumuz var.
Konya Şeker’i örnek alarak bütün şehirlerimizde bir kooperatifleşme atılımı başlatabiliriz.
Konya sanayisinin, Konya esnafının, Konya çiftçisinin bu güzel ovada yapacağı daha çok işi var.
Eğer bir de sulama sorunu çözülebilirse, gelecek Konya adına çok ümit veriyor…