Aslında kriz ve savaş dönemleri, yeni hikayelerin yazıldığı, yıkılmayanın daha da güçlü ayağa kalktığı dönemlerdir. Bunun sebebi de, açıkları görerek savunma mekanizması geliştirmeniz için ortaya çıkan alandır. Eğer böyle bir badireyi hasarsız ya da hafif hasarla atlatabilirseniz, o konudaki eksikliğinize karşı da kalıcı bir savunma mekanizması geliştirirsiniz. Ve uzun vadede gücünüzü daha da pekiştirirsiniz.
Kurumlar ya da devletlerin böyle durumlarda yapması gereken en önemli şey; duygusallık yerine akılcı davranmaktır. Kriz gibi durumlardan ders alıp; açıkları, eksiklikleri tespit etmek ve kalıcı çözüm üretmek en gerçekçi olanıdır.
Türkiye, içinde bulunduğu sıkıntılı süreçleri tek tek atlatmaya devam ediyor.
Bunun örneklerini yakın dönemde sahada ve diplomasi masasında yapılan hamlelerle hepimiz gördük. Türkiye’nin, Barış Pınarı Harekatı’nda sahada aldığı başarıdan sonra, ABD ve Rusya ile diplomatik alanda elde ettiği başarılar da bu sonucun bir yansıması oldu.
Geçtiğimiz akşam Cumhurbaşkanı Erdoğan işte bu özgüven nedeniyle Türkiye’nin tezlerini hem Trump’ın hem de senatörlerin yüzüne çatır çatır savundu.
Türkiye bu süreçten sonra artık ekonomik olarak toparlanma sürecine girecektir. Bu süreci ne kadar hızlı toparlarsak o kadar iyidir. Tabi ki bu toparlanmanın kalıcılığı da hayati önem taşıyor.
Biz problemlerimize kalıcı bir çözüm üretmekte mecburuz.
Bazı sektörlerdeki özgüven, ülkemizin masada da sahada da başarılı olmasının en önemli anahtarı. Mesela savunma sanayimizde kalıcı bir çözüm üretmeyi büyük oranda başardık. Bu konuda elimizin güçlü olması bize başarıyı getiren en önemli unsurlardan biriydi. Bu önemli bir anahtardı.
Türkiye için önemli anahtarlardan bir diğeri de tarım konusu. Tarımda kendimize yeten bir ülke olmanın yanında, tarımsal sanayide de dünyaya söz söyleyecek kapasiteye sahip bir ülkeyiz.
Ama ne var ki bu başarıyı bir türlü yakalayamıyoruz. Tarımsal anlamda elde ettiğimiz başarılar da yaz gribi gibi, ufak bir terlemede yok olup gidiyor.
Bu anlamda geçtiğimiz gün Pankobirlik Genel Kurulu’nda Recep Konuk’un tespitleri çok doğruydu. Hemen ertesi gün de MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın tarımsal meselelerde gündeme getirdiği konular çok dikkat çekiciydi.
Recep Konuk’un ifade ettiği ‘Üreten kazanamıyor, tüketen kaybediyor’ başlığını geçtiğimiz yazdan bu yana sebze ve meyve fiyatlarında her gün tecrübe ediyoruz. 1 kilo domatesin, 1 kilo tavukla aynı fiyatta olması ülkemizin içinde bulunduğu iklimsel ve coğrafi kuşağa aykırı bir durum. Sonuçta Türkiye bir Sibirya ülkesi değil. Bu tabloda ne yazık ki çiftçi de tüketici de kazanan tarafta değil…
Mustafa Kalaycı’nın dün gündeme getirdiği elektrik fiyatları da şu anda çiftçinin en önemli iki sorunundan biridir. Kalaycı’nın dediği gibi, çiftçinin enerji maliyetleri düşürülemezse İç Anadolu’da, Konya’da sulu tarımdan hızlı bir kaçış olacaktır. Tabi Konya’nın özellikle kuzeyinde su bulabilirseniz. Ne yazık ki bu konuda da henüz hiçbir adım atılmış değil…
Şimdi önümüzde kocaman bir fırsat var. 18 Kasım’da başlayacak olan Tarım Şûrası ile üreticinin de tüketicinin de kaybettiği bu düzene müdahale imkânımız var. Recep Konuk’un da dediği gibi; ‘Evdeki yangını sokağa su sıkarak söndüremezsiniz. Çözüm, üretici ile tüketici arasındaki mesafeyi kısaltmakta, aktörleri azaltmakta.
Mustafa Kalaycı da çok güzel başlıkları gündeme taşımış. Buradan tekrar etmek isterim. Güneydoğu’daki çiftçiye elektrikte sağlanan destek, İç Anadolu çiftçisine de verilmelidir. Hatta, elektrik fatura bedelleri hasat sonrası tahsil edilmelidir.
Elektrik faturalarından vergi, fon, pay gibi kesintiler ve kayıp-kaçak bedeli ve sayaç okuma bedeli gibi ücretlendirmeler kaldırılarak, çiftçinin, sanayicinin, esnafın ve ailelerin elektrik faturası yükü hafifletilmelidir. Bu konuda sadece çiftçi değil, normal haneler de çok sıkıntılı…
Tüm bunların yanında; çiftçinin girdi maliyetlerini olabildiğince düşürüp, aracıları aradan atıp, ürünlerin tüketiciye doğrudan ulaştırılması için çok daha fazlasını yapmak zorundayız.
Tüm bunlar yapıldıktan sonra, çiftçinin eline daha iyi fiyat geçeceğinden üretim daha da artacaktır. Üreticiler, daha çok üretmeye teşvik olacaktır.
Tüketici ise daha ucuza bu ürünleri elde edeceğinden enflasyon kısıtlanacaktır.
Bu tarz politikalar, hem çiftçinin maliyetini düşürecek, hem tüketicinin cebine olumlu yansıyacak, hem de döviz darboğazının azalmasına katkı verecektir.