Hani kendi alanının uzmanı, İslamî konuların cahili ama politikacı olduğu için her konuya burnunu sokan Bekaroğlu, "Livata tarihsel bir olgudur. Türkiye'de çok ciddi diniproblem var. Ayeti okuyor, tarihselliği bırakıp bugüne taşıyor. 'Lut kavmi' diyor. Bu şekilde yorum yapmak, Allah korusun, çok tehlikeli. Türkiye bu noktada değil, bizim çoktan buraları geçmiş olmamız gerekiyor. Diyanet İşleri Başkanı'nın okuduğu metinde bu var, bu doğru değil" demişti ya Diyanet İşleri Başkanının Ramazanın ilk cumasında okuduğu hutbeye cevap olarak.
Kur’an’a tam teslim olamayanların sığındığı akım “Tarihsellik” sapkınlığıdır. O sapkına da “Tarihselci” denir.Rasûlullah (sav), bu ümmetin ay’a, güneşe ve yıldızlara tapacağından korkmuyordu. “Ümmetim hakkında en çok korktuğum, saptırıcı imamlar/liderler/hocalardır.” (Darimi, Sünen, 2/219) hadisinde beyan buyurduğu gibi, sapan ve saptıran hocalar en büyük korkusu idi. Tarihsellik, Kur’an’ı tarihin derinliklerinde eriterek Hayat kitabı olmaktan çıkarıp fasikül haline getirmektir. Ondaki hükümleri, indiği ortamın şartlarında bırakıp Kuran’ı 70 ayetlik ahlak ilkeleri bildiren bir fasikül seviyesine indirmektir. Ama Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya kalkışan bu sapıklar, Allah’ın izniyle başaramayacaklar ve tarihin çöplüğünde yerlerini alacaklardır.
Fazlurrahman, bu sapmanın mevta mimarlarındandır. Şu anda Almanya’nın Frankfurt İslam İlahiyat Fakültesinde görev ifa eden Prof. Dr. Ömer Özsoy bir nevi Avrupa temsilcisi konumundadır. Türkiye’deki en belirgin sesleri iseİlhami Güler veMustafa Öztürk’tür. İşte bunlar Kur’an’ı tarihte bırakıp gelen dâl ve mudıllardır.
Bunlardan Prof. Dr. Ömer Özsoy 2002 yılında Diyanet tarafından düzenlenen sempozyumda; “Kur’an-ı Kerim’in muhteva itibariyle tamamen ilâhî, dolayısıyla tamamen dînî bir metin gibi, bir bütünlük gibi algılanmasının o denli isabetli olmadığı kanaatindeyim” derken, Almanya'da 2008 yılında düzenlenen Kur'an sempozyumunda da; “Kuran’da anlatılmak istenen içeriğin yalnızca yüzde 10’u, Kur’an’ın âyetlerinde bulunabiliyor. Geri kalan kısım, tarihsel bağlamda yorum gerektiriyor. Dolayısıyla Kur’an ne ebediyen geçerli, ne de evrensel bir kitaptır” diyerek Kur’an’ın yüzde doksanının işe yaramaz hale geldiğinibilimsel (!) bir dille ifade ederek safrasını kusmuştur.Bunun adına Kur’an’ı arkadan dolanarak inkâr etmek denir.Olunca dürüst gâvur olmak lazım. Böyle kalleş gâvurlara dikkat etmek gerekir, bunlar hep arkadan vururlar. Kur’an’ın indiği çağda o günün inkârcıları Kur’an’a “Evvelkilerin masalları” diyerek lafı hiç kıvırmadan erkekçe gâvurluklarını ilan ediyorlardı. Siz de “Bu Kur’an, 1400 küsur yıl öncesinin hikayeleridir, günümüzde geçersizdir” deyin de kalleşçe davranmış olmayın, dobra gâvurluğunuzu ortaya koyun. Gerçi biz bu elbise giydirilmiş kütüklerin ne demek istediklerini anlıyoruz ama çoğu insanımız anlamadan peşlerine seğirtiyorlar.
Hâlbuki işin gerçeği şudur:İslam, getirdiği dinamik hukukî yapısıyla çağlar üstü bir seyir takip ederek her çağa damgasını vuran bir dindir. İslam, aynı zamanda değişmeyen sabitleri ve değişen dinamikleri ile hayatı tümüyle kucaklayan bir nizamdır. Yani İslam’ın değişmeyenleri olduğu gibi değişime açık yönleri de vardır. Hukukun bazı alanlarında değişiklik, gerek aklen gerekse dinen zarûrî gözükmektedir.
Zarûrî olan bu değişikliği, -genel hukûkî çerçeveyi bozmadan- kabullenmemek, karşı durmak tıkanmalara ve neticede hukukun tümden yaşanılan hayattan uzaklaştırılmasına neden olacaktır. Oysaki İslam hukukunun amacı donmak ya da hayatı dondurmak değil; hayata hem ayak uydurmak hem de yön vermektir.
İslam’ın kıyamete kadar değişmeyenleri olduğu gibi, zaman ve zemine, örf ve adetlere göre değişebilme elastikiyetinde/esnekliğinde olanları da vardır. Mü’min Allah’a kulluk için yaşar, hayatının gayesi budur. Müslüman’ın, Allah ve Rasûlü’nün koyduğu hükümleri değiştirme hakkıyoktur. “Allah ve Peygamberi bir şeye hükmettiği zaman, mü’min erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçme hakkı yoktur” (33Ahzab:36) ayeti, bu durumu açıkça ortaya kor. Değişme esnekliğinde olmayan muhkem hükümler, bu kategoriye dâhildir. Namaz vakitleri ve rekât sayıları, miras taksim oranları, ceza hukuku ile ilgili hükümler, kıblenin Kâbe, hac mahallinin Mekke olduğu ile ilgili ahkâmı ortaya koyan açık seçik ayet ve hadisler bunlardan bazılarıdır.
İslam Hukuku’nun temel kaynağının ilahi oluşu, şüphesiz onun asla değiştirilemez oluşunu gerektirir. Onu tebliğ eden Hz. Peygamber’in bile Kur’an’dan bir hükmü değiştirmeye yetkisi yokken(10Yunus,15)başkalarının böyle bir yetkisi söz konusu olamaz. (Bkz. En’am:34, 115; Yunus:64; Kehf: 27; Fetih: 15)
“İslam Hukuku’nun esnekliği”nden maksat hiçbir zaman, aslâ onun laçkalığı, değişmez özünü yitirecek her türlü oynamalara müsaitliği demek değildir. Aksine esneklikten maksat, İslam Hukuku’nun yeni olayları karşılamada, onları hukuki yerlerine oturtmada fevkalade bir kabiliyete sahip olması, dinin ideal tatbikinin tek bir şekle has olmaması, sürekli gelişme göstermeye ve geniş açılım kabiliyetine sahip bulunmasıdır. (Karadavi, Şeriatü’l İslam, s.22; Mustafa Zerka, Medhal, 1/149; Sava Paşa, İslam Hukuk Nazariyesi, 2/358.)
Mecelle 39. maddede yer alan “Ezmânınteğayyürü ile ahkâmın teğayyürü inkâr olunamaz.”, yani “Zamanın değişmesi ile hükümlerin değişmesi inkâr edilemez” kaidesi, İslam’ın değişebilen hükümleri için geçerlidir. Zamanın değişmesi ile değişen ahkâm, örf ve adet üzerine kurulu hükümlerdir. Nass, yani ayet ve hadislerin açık delaletleri ile sabit olan hükümler, değişmez. Zira nass, örften daha kuvvetlidir. Çünkü nassın bâtıl üzerine olması asla muhtemel değil iken, örf batıl üzere olabilir. (Ali Haydar, Dürerü’l-Hukkam, 1/102.)
İşte eşcinselliğin Allah tarafından lanetlenmiş olması ve çirkin kabul edilmesini de “tarihte kalmış eskiler” kategorisine sokup tarihsellik sapmasına sığınan zavallılar, nasıl yanıldıklarını Büyük Mahkemede görecekler. İyi ki ahiret var, iyi ki cehennem var. Allah’ın koyduğu kuralları tarihe gömen zalimler için yaşasın cehennem.