Biz neyi bilemedik ya da neyi bildikte; üzerine ahkâm kesilen konular, ukalalığımızın eseri miydi? Dünya da bir âlem içre olan beşeriyetin, tarihsel not defterinde eksiklikler ya da fazla gördüğü ne ola ki; insan, insanlığını kaybetme yarışına girdi.
Konu geneli ilgilendiren ancak özel de pratik değeri olan sosyolojik değerler, tarihin çıkmazına, cadde olsa gerek… Ekonomik nedenler mi ya da sosyolojik anlam da çürük meyvenin yanındakini çürütme derdi mi olsa gerek bilemedim... Şunu söylemek ve kitabın tam ortasından konuşmaya başlamanın da fayda getirmeyeceği gibi, en azından baştan ifade etmekte faydalı olacaktır. Baştan konuşmak, derinin kokmadan tuzlanmasında faydalı, bir çareye çözüm olsa gerek, ancak tuzun kokmama ihtimaline karşın, alınabilecek bir önlemin olmaması, çarenin çaresizliğine yol açacaktır.
Ne anlamalıyız bu paragraftan diye sormak, konuşulan ne; ya da yazar neyi anlatmaya çalışıyor derken, konunun ana temasını bulmaya yönelik bir bulmaca olmadığını, baştan biliyordur diye düşünmekte akıl okuma olurdu…
Konuyu kendi felsefesi içerisinde derinleştirelim…
Herkesin bildiği gibi vakitte bir ilerleme söz konusu; tarih bir coğrafyanın üzerinde su gibi akma telaşında… Beşeriyet çağın sorunsalına çözüm arayışında; ya da anlık yok saymalarla durumu geçiştirme sürecinde galiba… Tabi bura da İhsan Fazlıoğlu’nun;” Tarih ölü hadiseler yığını değildir…” İfadesine yer vermek gerekecek. Çünkü insanlık bir vakte esir ve bu vaktin çağın getirisi ve götürüsünü tarihin sayfalarında ve kendi şahsi tarihinde daha net algılayacaktır. Gelecek vizyonu aslında günümüzde teknoloji ile kopma yaşayan bir çağın; milat noktası olarak belirlediği teknolojik ve bilimsel kavramlar, gelecekte yer edinecek olan bilimsel bir fikrin; geçmişin bilimsel araştırmalarının ev sahipliğinde olacağı gerçeği şüphe götürmeyecektir. Bilim tarihi de bu anlamda medeniyetlerin kendi içinde gelişimsel seyrinin bir kısmı, dünyada ses getirirken; bir kısmının da tarihte kaybolduğu gerçeğini bildiği için olsa gerek, araştırma çalışmalarına yer vermektedir. Tarih ve üzerinde yaşanılan coğrafya da bu anlam da bilimin çalışma alanı olmaya devam edecektir.
Kültür, ifadesinin tanımsal yönünden uzaklaşmadan; teknolojiye bağlı ya da teknolojinin de etkilediği popüler bir kültür anlayışının gelecekte mirasa söz konusu olup olmayacağı da çağ kavramının ve bu çağın kaybettirdiği bir olgu durumuna dönüşmesi de söz konusu… Bu kültür anlayışı da ne yazık ki magazinsel bir yapıdan kendini arındırmış gözükmemekte… Gündem de kısa süreliğine yer edinmek ve sonrasında unutulmaya yüz tutmak; günübirlik bir sistemin parçası olup, sonrasında sosyolojik anlam da yedek parça arayışına da sevk edebilir. Bu da ithal bir kültürün benimsenme durumunu ortaya çıkarması tarihin, bilimin ve coğrafyanın hakkına zeval getirecektir.
Durumu diğer yönüyle de yani bireysel tarih düzleminde ele almakta çağın yabancılaşma sürecinin yaşanma nedeni olabilir. Şöyle ki beşeriyetin bireysel tarihinde; geçmişte yaşamak sözünü duyarsınız fakat gelecekte yaşamak vakitsel anlam da bir imkân dâhilinde gözükmemekte… Yabancılaşma tam da burada mı başlıyor? Sorusunun cevabını yanıtlamak gibi bir derdim yok. Fakat insanlığın şahıs temelli düzlem de geçmişte ki başarıların gelecekte; bir övünme gerekçesi olma durumu ve o dönemin başarıları ya da başarısızlıklarına bağlı geçmişte yaşamak ve gelecekte bu anlam da bir övgü ya da yergiye tabi olmaması da çağın gerisinden gelme durumu mu olsa gerek…
Netice de işin sonu yine “tanımak” ifadesine evriliyor. Bilmek ayrı bir şey, tanımak ise apayrı bir durum… İçinde yaşanılan çağı tanımak ve bu çağın sorunlarına çözüm tabanlı, bir pencereden bakmak ve bir bardak dolusu bilginin içeriğini sorgulamak, gelecekte bir araştırma evresine tabi tutulmaktan kurtaracak ve bir mirasa söz konusu olmayı beraberinde getirecektir.