Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) Cumhuriyet tarihinde ilginç bir isimdir. Modernleşme konusunda içinde bulunduğu vadinin (CHP) "fabrika hatası" gibi olanlardandır. Hatırlanacağı gibi; modernleşme, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde (özellikle tek partili dönemde) aynı zamanda “modernleştirme” (dikkat; modernleşme değil modernleştirme) vetiresi (süreci) olduğu ittifak edilen bir husustur. “Bizde” modernleştirme siyah ve beyaz şeklinde ortaya çıkmıştır. Maziye ait unsurlar külliyen “siyah”, yerine konulan yeniler (Kısmen batının eskileri ve kısmen de arkaik unsurlar) “beyaz” olarak değerlendirilmiştir.
Tek partili dönemde toplumu modernleştirme projesinin baş aktörü “kurucu” parti olan CHP’dir. Tanpınar, modernleştirmenin en radikal dönemlerinde bu partide milletvekilliği yapmıştır. M. Kemal Paşa ve İsmet Paşa’ya “hayran” olduğunu gizlememiştir.
Tanpınar bu “eski” ile “yeni” arasında neredeydi? Bu sorunun cevabını Tanpınar da tam olarak verememektedir. O dönemde yaşayanların bir çoğu da benzeri “tuhaflığın” girdabındadır. Ülkemizin akl-ı selimleri arasında olduğu düşünülen Tanpınar bir muhafazakar mıydı? Yaşadığı hayata ve hayran olduğu dönemin siyasilerine bakılırsa muhafazakarlıkla yakından-uzaktan alakası düşünülemez.
Öyleyse Tanpınar'a nerede konumlandırmak gerekir?
O sisli dönemin namuslu ve sorumluluk duygusu olan kişileri gibi Tanyınar da herhalde “arafta” olmalıdır.
Tanpınar modernleşme konusunda ne diyor;
Tanpınar’a göre; mazi, yeni için terk edilmesi gerekmez. Tanpınar, Türk milletini sıfır kilometre yapmak isteyen rejimi (milletvekili olduğu için veya başka bir sebeple) desteklese de "bir kısımları" gibi konjonktürel güç karşısında takla atmamıştır. Yeşil Gece ve Vurun Kahpeye gibi “on yılda on beş milyon genç yaratma” hezeyanında bulunanlara güzellemeler yapmamıştır.
Tanpınar, kendi imkânları nispetinde “gerçekçi” olmaya çalışmıştır. .
1930’larda başlayan halk hareketinin dipten gelen dalgası 1946’da tezahür etmiştir. Ancak “açık oylama ve gizli tasnif” dalga kıranıyla bu halk hareketi “bertaraf” edilmiştir. Ancak 1950 yılında dipten gelen bu dalga yani irade-i milliye ülkeye hâkim olmuştur.
Dikkat ederseniz 1950 yılından beri muhafazakâr söylemlerinin sahipleri iktidardadır.
Şu anda en büyük tehlike muhafazakâr görünüp “sapı bizden balta” olanlardır.
Bunların içinde en tehlikelisi ise “Müslüman” görünen misyonerlerdir.