Susmak gerek bazen, haydi onu da bu yazının devamında söyleyelim, diyerek bitirmiştik önceki yazımızı. Konuşmayı bilen susmayı da bilmeli ve konuştuğundan daha güzel susabilmeli insan.
Sus ey gönlüm, söylediklerin hoş bir seda bırakmıyorsa havada ve hava zaten söz söyleyecek kadar açmıyorsa, sus ve dön kendine. Anlaşmak için değil, söylemiş olmak için yapılan konuşmaların haraç mezat satıldığı çağın hükümdarlarına inat sus.
Küçük bir çocuğun başını okşadığında dönüp bakınca gözlerine, hissettiğin yakınlığın pekişmesi için bir cümle arama. Kurduğun yolun hem senin hem çocuğun gönlünden geçtiğine inanmışsan susmak yeğdir. Paylaşmış olduğun sıcaklık, hiçbir sözün donukluğuyla ölçülmez ve aslında söz zaten yerine varmıştır.
Konuşmak için hazırlandığında karşındakinin seni duymak ve anlamak için hazırlandığını varsayıyorsun, oysa varsayımların sadece var ve sayımlar hep beyhude bir bekleyişten ibaret kalıyor. Beyhude bekleyişlerin çoğalması seni bedbaht edecek kıvama ulaştı mı, susmanın sana omuz vereceğini unutma.
Susmanın, kendi iç dünyadaki yolculuğuna çıkmanın ilk şartı olduğunu kadim öğretiler söylemişti oysa. Dingin bir “sen” yanına alabileceğin nadide bir azıktır belki de. Sona yürür tüm insanlar ve bu son ezeli başlangıcın yoludur. Gördün ki yol iki oldu ve susmaya ne kadar çok ihtiyacın var.
Duymak, susmakla başlıyor Paşam ve her duyulanın kayda değer olup olmadığına karar vermen için gerçek bir suskunluk içinde olmalısın. Ötelerden gelen her ses, yüreğine dokunacak kadar içli ve tesirli değil. Yakında olanı mı duymaya ihtiyacın var, uzakta kalanı mı? Sus ve dinle, idrak etmeye dinlemekten başlamak ne kaybettirir bize?
İçli şarkılar dinle, şarkılarla sus. Bir şiir, bir roman, arabesk bir film… Kahramanı olmaya gözün kesiyor savaşın, bir kenarda fark edilmeyen bir nefer olmayı hazmedemiyorsun. Susmayı dene, bulunduğun mevkiinin, bir metrekare yerin senden sorulacağını unutma.
Susmak, konuşmaktan daha çetindir. Tutabilmek kendini ve içinde coşup çağlayan nehirleri… Dizginleri eline almak, doru taylar misali koşturan duygularımıza gem vurmak ve sadece susmak, savaşların en zorudur. Ve bu savaş yine susmakla kazanılır Paşam.
Söylediklerimizden nedamet duyma ihtimalimiz ne kadar çok ve bu çoklar son çağın ateşinde yandıkça muhkem bir kale oluyor. Susmasından nedamet duyanı ne az gördün oysa. Sahnedeki adam kimi zaman susar ve konuşmaktan çok daha fazlasını söyler seyirciye ve seyirci sadece alkışlar. Susmak, kurtuluştur dilimizden çıkan okların temrenlerinden.
Susmanın yenilmişlik, ezilmişlik olduğunu düşünüyorsan, bunun ham bir vesvese olduğunu söyleyenlere kulak ver. Durmak gerekir bazen, onurlu bir duruş, kararlı bir suskunlukla arttırır ederini. Senin bu kararlı sessizliğin, çıldırtır tahakküm peşinde olanları.
Sus ey gönlüm, yağmurun sesini duymak için, bir gece vakti okunan ezanla kalbinde artan çarpıntıyı duymak için sus. Açlığını bastırmak için karanlığı bekleyen ve o karanlıkta sokaklarda kâğıt toplayan çocukların ağlamasını duymak için ve Ey gönlüm, yine aynı karanlıkta, gözler uykudayken seccadesinde dua edenlerin duasına “âmin” diyebilmek için sus. “Susan kurtulmuştur” prensibini çağlar öncesinden söyleyen ve çağlar sonrasına hitap ettiğini bilen Nebi’yi duymak için sus.
Konuşmak, Hitabetle sanat oluyor ve ender kişiler Hatip oluyor, susmakla hatiplikten çok daha kıymetli bir edere sahip olmaya talipsen sus ey gönlüm…