Biliyorum, ne çok şey var söylemek istediğin… Hayata ve yüreğine dair, insanlara ve sevdana dair, söylemek istediklerini sığdıramazsın cümlelerine ve yazdıklarına.
Söylediklerinle hesaba çekileceğini biliyorsun, hesabın ağır olduğunu bildiğin kadar. Göz yumarsan, lâl olursan zulüm karşısında, daha ağır bir hesapla karşılaşacağını bildiğin gibi. Söylemekle susmak arasında ince bir çizgi mi var sanıyorsun ve sustuğun zaman söylemediğini mi?
Bir çocuğun ölüme olan uzaklığını ve bir savaşçının ölüme olan yakınlığını ölçmeye kalkışmayacağına göre, aynı savaşçının aynı çocuğa kastını nasıl söylemezsin? Sözün namusu adına doğruyu doğru olduğu için, yanlış yanlışlığıyla kalmayacağı için söylemek borcunu nasıl eda edelim ey gönlüm?
Söylemek istiyorsun; sana yaşatılan ve hatta dayatılan hayatın aslında sahte olduğunu, tüm sahteliklerin ustalıkla allanıp pullanıp pazarlandığını… Bedava bir zevk, sefa, konfor sunuyor ekranlarda son çağın patronları. Aynı patronların üç beş damla petrol için kocaman bir coğrafyaya yaşattığı dramı ve hüzün dolu hayatların onlar için üç beş kuruş bile etmediğini söylemek istiyorsun.
Harcanıyor ve harcadıkça mutlu oluyor insanlar, tasarruf etmenin para biriktirmek ve bu parayı zamanı geldiğinde harcamak olarak bilenler, hazine ve servet kaybetmeyi de para kaybetmek olarak görüyor. Servet de kaybolur, para da, asıl hazinemiz hiç bitmeyen ve harcadıkça büyüyen insanlığımız oysa. Erdem ve ahlak gibi hem de saklı olmayan bir hazineyi, yitireli çok oldu ey gönlüm, söylesene haydi!
Afrika’da kendilerine “kara kıta” isminin neden verildiğini bilmeyen ne kadar insan var söyle. Beyaz adam gelmeden önce, topraklarının tüm çocuklarını doyurduğu o kara kıta… Zenginliği paylaşmak olarak değil payını büyütmek için düzen kuranlar nasıl oldu da düzen kurabilir güce kavuştular? Savaşı başlatan da savaşta kullanılan silahı satan da aynı zihniyetin adamı biliyorsun, söylemek istediğin bu adamları bilinmediği mi, bilinmelerine rağmen pervasızca hüküm sürmeleri mi?
Kendilerine verilmiş sınırı ve haddi aşanlar, artık başkasına sınır ve had çizme hadsizliğine ulaştı. Ortadoğu’da bir çocuk, binlercesine ölüm yoldaşı olurken, söylediklerimiz kime isabet ediyor? Hangi cemaat uzaklığa bakmadan kardeşlik hukukunu savunuyor, hangi dernek orada olan biteni bizden ötede görüyor? Söylesene, biz tarihin sayfalarında yerimizi aldığımız zaman, nasıl bir dünya bırakacağız torunlarımıza?
Tarih demişken, hangi tarih bizim tarihimizdir? Hak ve batılın savaşının ilk peygamberden başlayarak sürgit devam ettiği takvimin hangisi benim gerçek tarihim? Düne sövüp sayanlar da var, dün de yaşamayı sürdürenler de. Söylemek istediğin hangisi ey gönlüm?
Kimin yanında olmalıyım ve neden bu kimler sadece kendileri varmış havasındalar? Herkesin yanında olmayı neden beceremiyor ve yanında olduklarım beni başkasının yanında görmeye neden tahammül edemiyor? Söyle ey gönlüm, kiminle ferah ve sükûn bulursun? Kardeşliğini, inandığın kitabın emrine göre inşa etmek sevdasındasın biliyorum, gitmediğin her halka, katılmadığın her sohbet, üye olmadığın her dernek hangi kalıba sokmaya çalışıyor seni ve hangi sen olmak isabet edecektir, söylesene.
Farkındasın değil mi Paşam, “sus” diyerek başlamıştın ve bak nereye ulaştın. Susmak gerek bazen, haydi onu da bu yazının devamında söyleyelim.