Şunu kabul etmek gerekir ki 29 Ocak 2009 tarihinden bu yana başka bir dünyada ya da aynı dünyanın farklı bir düzeninde yaşamaya başladık. Peki neydi o tarih ? Türkiye Cumhuriyeti dönemin Başbakanı zalime belki gayriihtiyari olarak duygu patlamasıyla “Sen Zalimsin!” dedi. Ya da ‘sahillerde öldürülen Filistinli çocukların katilini' tüm dünya kamuoyu önünde ifşa etti. O tarihten sonra tabir yerindeyse ummadık taşlar baş yarmaya emperyalizmin tekerine çomak sokulmaya başlandı.
Bitmedi de one minute dönüşü yurda döndüğünde şunları eklemişti Tayyip Erdoğan:
“Bundan sonra eski Türkiye yok. Artık onlar ne der diye bekleyen bir Türkiye yok. Artık onlar Türkiye ne der diyecekler!” İşte bizim nazarımızda aktör olmaya başladığımız, evet çokça hatalar yaptığımız belki de bocaladığımız değişim bununla başladı ve Dünyada yeni dengeler kurulmaya başlandı. Aslında belki de bu cümleler one minute demekten daha anlamlıydı. Sonrası mâlum zaten. Yeni Türkiye’nin inşası başladı.
Sonrasında bizler o sığ, gözleri kapalı Edirne Kars arasına sıkışmış, hayalleri olmayan o eski Türkiye’yi bir kenara bırakıp yepyeni bir Türkiye hayal etmeye başladık. Ve sonrasında bütün mücadelemiz bunun üzerine oldu. Daha da aktif olan, unuttuğu özelliklerini hatırlayan gözlerini başka yerlere dönen bir Türkiye görmeye başladık. Peki neydi o çok sevdiğimiz Türkiye ?
Hâmilik ve büyüklüğünü hatırlamış yeniden Afrikayı düşünen, Balkanlarda daha da etkin olan kadim Fırat-Dicle Havzasına hakim olmak için en azından orada adaleti tesis etmek için varını yoğunu ortaya koyan hatta hatta Güney Amerika’daki Müslümanların da tekrar ümidi olan ve yine söylüyorum evet bazen de hatalar yapan ancak bedel ödemekten asla kaçınmayan bir Türkiye. Kafkasları düşünen, Uzak doğuyla daha çok hemhal olan bir Türkiye.
Tabii ki böyle bir Türkiye’nin hemen yanıbaşındaki Suriye meselesine kayıtsız kalmasını bekleyemezdik. Ve nitekim öyle de oldu. Tarihin bize yüklediği bir misyon gereği bir bütün Suriyeli kardeşlerimize kapılarımızı açtık. Dedik buyurun biz Ensar olmak istiyoruz. Fakat bir kısım insanlar bunu bir türlü anlayamadılar. Dünya’ya sadece madde olarak bakanların da bunu anlamasını beklemiyoruz tabi kii.
Neyse, biz konumuza dönelim. Malum ‘vatandaşlık’ çıkışı sonrasında bizim basınımızda bir anda bazı haberler pompalanmaya başladı. Bazı haberler karşımıza daha sık ve bağlantılı bir şekilde çıkmaya başladı. Vay efendim ‘Suriyeliler hep beraber bir yerde toplanıp Suriye diye bağırdılar.’ Yok efendim Suriyeliler adam dövdüler, Suriyeliler market bastılar falan filan… Hani üstü kapalı alttan altta şunu anlatılmaya çalışılıyor bize, Türkiye aldığı Suriyelilerden dolayı çok sıkıntı çekiyor bu adamlar devamlı kargaşa yaratıyor ve kamu düzenini bozuyor. Yani ? Yanisi şu: “ Tez elden onlar sınırdışı edile, Suriyelileri İstemezük!”
Ama her gün Suriyelileri -evet belki de gerçekten yaptıkları yanlışları- manşet yaparak çıkan gazetelerin niyetini de biliyoruz. Onlar istiyorlar ki Biz artık Suriye ile Afrika ile Balkanlar ile Uzak Doğu ile ilgilenmeyelim. Hatta oradaki tel örgüleri kaldırıp oralara yeni yeni Çin Setleri kuralım. Kendimizi iyice kabuğumuza saklayalım. Onların Balkanlar, Somali, Latin Amerika, Kafkasya, Güney Afrika gibi davaları yok çünkü.
Hülasa, şu son günlerde özellikle kulağımıza fısıldanan haberler üstü kapalı hatta bazıları aleni olarak şunu diyor:
Suriyeliler gitsin Eski Türkiye geri gelsin. Materyalistçe düşünen, ümmet ve millet şuurunu bir tarafa bırakmış, Ağabeylik görevini hatırlayamamış, miskin geveze bir Türkiye gelsin istiyorlar. Ancak önce büyüklerimiz sonra da bizim desteğimiz isteğimiz ve dualarımızla böyle olmayacaktır inşAllah.
Adet oldu her yazıyı böyle bitirmek:
“Şam bizimdir, Halep Bizimdir Tıpkı İstanbul’un Konya’nın onların olduğu gibi…”