Söz hapishaneden açılmışken şu gerçeği belirtmeden geçemeyeceğim: İslam’da, insanların ruh sağlıklarını bozacak şekilde uzun süre yatacakları hapishaneler yoktur. Delilleri karartmasın veya kaçmasın diye suçu ispat edilene kadar alıkonacakları tutuk evleri vardır. Ömür boyu ya da ruh sağlığı bozulacak şekilde uzun süreli hapis hayatı, kişiyi diri diri toprağa gömmek anlamına gelir. İslam’da cezalar bellidir. Suç işleyenler, delilleri toplanıp haklarında hüküm verilene kadar tutuklanır. Suçları ispat edilenler, işledikleri suçların cezasına çaptırılırlar. Suçları ispat edilemeyenler de serbest bırakılır. Kasten adam öldüren katiller, içerde beslenmeye alınmazlar. Hırsızlara, “hapis cezası” adıyla “bakım” yapılmaz. Allah’ın öngördüğü cezalar uygulanır. Bu hatırlatmadan sonra gelelim şimdi konumuza:
Suriye’de 61 yıllık Baas dikta rejimi çöktü. Geride, Şam'da devrilen Esed rejimiyle özdeşleşen Sednaya adında bir hapishane bıraktı ki, insanlık adına “Utanç vesikasıdır.” Suriye'de işkence üssü olarak bilinen bu hapishanenin, birden fazla yer altı katından oluştuğu tespit edildi. Aralıksız görev alan ekipler, alt katlara inmeye çalışıyor. TV kanallarında -hepimizin seyrettiği üzere- bu hapishanede yapılan vahşetin kan dondurucu kalıntıları sergilenmektedir.
Uluslararası kuruluşların yayımladığı raporlara göre, başkent Şam'a 30 kilometre uzaklıkta bulunan Sednaya Askeri Hapishanesi'nin Mart 2011'deki olayların ardından rejim karşıtı barışçıl göstericiler ve rejim karşıtı askeri unsurların tutulduğu üsse dönüştüğü belirtiliyor.
Rejimin, cezaevinde "toplu idam" yoluyla yargısız infazlar gerçekleştirdiğini ortaya koyan raporlarda 2011 ile 2015 yılları arasında her hafta, bazen de iki haftada bir yaklaşık 50 kişinin asıldığı kaydedildi.
Raporlar, ayrıca rejimin, Sednaya'da alıkoyduklarını kasıtlı şekilde insanlık dışı şartlarda tuttuğunu, onlara defalarca işkence yaptığını ve sistematik olarak yiyecek, su, ilaç ve tıbbi bakımdan mahrum bıraktığını gösteriyor. Kurtarılan bir kadın, itirafında; “Bana Kuran tilaveti eşliğinde tecavüz ettiler. Karanlık odama üç günde bir soyulmamış bir patates atarlardı” demiştir.
Suriye'de rejimle özdeşleşen ve işkenceleriyle bilinen işte bu Sednaya Hapishanesi'nde güvenlik kameralarında tespit edilen ancak hâlâ ulaşılamayan tutsaklar görüntülendi. Şam’ı ele geçiren muhalif güçler, Sednaya Hapishanesi'nde bulunamayan mahkûmlara ulaşmak için haritalara bakarak binanın yapısını çözmeye çalıştı. Havalandırma yetersizliğinden dolayı "neredeyse boğulma tehlikesiyle karşı karşıya" olan tutukluların serbest bırakılması için çalışmalarını sürdürmekteler.
İnsan hakları gruplarının 2022 raporunda, Sednaya'nın, iç savaşın başlamasının ardından "fiilen bir ölüm kampına" dönüştüğü belirtiliyor.
184 futbol sahası genişliğinde bir alanı kapsayacak şekilde 300 bin civarında toplu mezarlardan bahsediliyor. Yerin altında beton dökülmüş hücre odaları; idam ettikleri insanları -yer kaplamasın diye- pres makinalarına koyup çuvallamaları; 1,5 milyona yakın hapishaneye giren insan sayısı bilgileri mevcut olmasına rağmen yüz binlercesinden haber alınamaması; benzer 11 cezaevinin daha olması; kurtarılanların gerçeklik algısını yitirerek hangi yılda olduklarını bilmemeleri; tecavüze uğrayan kadınlar ve babasını bilmeyen çocuklar; açlık, sefalet, karanlık, ulaşılamayan ve hâlâ aranılan 100 bin insan… Ve daha birçok bilinmeyenler, katil Esat’ın diktatoryasındaki vahşetin boyutlarını açıkça göstermektedir.
Bütün bunları yapanlar, şeklen “İnsan” denen ama “İnsanlığını” kaybetmiş varlıklardır. İnsan, yaratılış itibariyle melek ile şeytan arasında hareket edebilme serbestisine sahiptir. Tamamen kötülüklerden âzâde, kendisinden hata ve günah sâdır olmayan bir varlık olmadığı gibi; iyilik yapmaktan uzak, şer ve salt fesat kaynağı da değildir. İmam Gazali’nin belirttiği gibi insanda zorunlu olarak bir takım sıfatlar vardır ki, terbiye edilmediği/eğitilmediği zaman dünyanın en vahşî, en âdî ve en rezil varlığı haline gelebilmektedir. Bu sıfatlar:
1-Sebûiyyet/yırtıcılık, 2-Hayvâniyet/Şeheviyyet, 3-Şeytâniyet, 4-Rubûbiyettir.
1-Sebuiyyet; yani canavarlık, yırtıcılık vasfı azgınlaşırsa insan, dünyanın en yırtıcı hayvanından daha vahşi olur. Arslan, kaplan ve sırtlanın yapmadığı vahşilikleri sergiler. Tarih buna şahittir. Tüm zalim ve müstekbir firavunlar, nemrutlar kendilerine muhalif olanları işkencelerle öldürüp ateşlere atarken zevk alıyor idiyseler, bu sıfatlarını azgınlaştırdıklarından dolayı zevk alıyorlardı. Kazıklı Voyvoda, insanları kazıklara oturtarak yok etmişse, ya da onun torunları olan “Sırp Kasapları” dün Bosna-Hersek’te çocukları kıyma yapmışsa, Yunan ve Moskof mezalimi, hamile kadınların karınlarındaki çocukları süngü ile fırlatıp atmışsa, Çeçenistan ve Filistin’de baba ve annelerinin gözleri önünde çocuklar kurşun yağmuruna tutulmuşsa, katil Amerika, Guantanamo’da ve el-Gureyb hapishanesinde vahşice işkenceler yapmışsa ve bugün katil Esat Sednaya hapishanesinde kan donduran işkenceler uygulamışsa hep bunlar, yırtıcılık sıfatının azgınlaştırıldığından dolayı olmuştur. Kısaca insanoğlu akla hayale gelmedik işkenceleri karakollarda ve meydanlarda yapıyorsa, işte bu yırtıcılık sıfatının azgınlaşmasından yapıyor. Hangi canavar, bütün bunları yapanlardan daha vahşidir?
Eğer insanın bu sıfatı eğitilirse şecaat ve cesaret sahibi olur. Bu sayede dinini, ırzını ve diğer mukaddeslerini korur. Dolayısıyla bu sıfat gereklidir, fakat eğitilmesi, terbiye edilmesi şarttır.
Eğer yırtıcılık sıfatı tamamen ihmal edilir ve köreltilirse, insan korkaklaşır. Korkudan dolayı, korunması gereken mukaddesleri uğruna kendini adayamaz. Siner ve “bana değmeyen yılan bin yaşasın” teraneleri ile avunur.
2- İnsandaki “Hayvaniyet” sıfatına gelince: Eğer insanın bu vasfı azgınlaşırsa toplumda fuhuş artar. Şehevi arzuların tatmini için her türlü çarpık ilişkiye girilir. Toplum çürümeye başlar. Artık erkek erkekle, kadın kadınla -bazı batılı ülkelerde olduğu gibi- resmi evlilikler yaparlar. Eğer bu sıfat terbiye edilirse, nikâhlı meşru evlilikler yapılarak neslin çoğalmasına, sağlam temellere dayalı aile yuvalarının kurulmasına ve helal yoldan, doğal cinsel ihtiyaçların tatminine sebep olur.
Bu sıfat ihmal edilerek köreltilirse, hadımlaşmalar yaygınlaşır ve neslin devamının önü tıkanmış olur.
3- “Şeytaniyet” sıfatı insanda azgınlaşırsa güven kalmaz. Aldatma, dalavere, soygun, hortumlama, entrika gibi toplumu iğfal eden davranışlar artar. Karşı tarafı aldatmaktan, onu sömürmekten zevk alır ve böylece toplumsal kirlenme, önü geçilmez bir boyut kazanır. Hortumcuların, bürokrat ve siyasi ayaklarını teşkil edenlerin “şeytaniyet” sıfatları, hayli doruk noktada azgınlaşmıştır. Eğer insandaki, “şeytaniyet” sıfatı eğitilirse insan feraset sahibi yani ileri görüşlü olur. “Bir delikten iki kere elini ısırtmaz”. Aldatılmalara karşı uyanık olur. Bu sıfat ihmal edilip köreltilirse “bir delikten elini iki kere ısırtır.” Başkaları tarafından bolca aldatılır.
4- İnsanda ayrıca “Rububiyet” dediğimiz, “sahip olma”, “bir şeyi sahiplenme” sıfatı da vardır. İnsanlardaki bu sıfatın azgınlaşmasından; her şeyin sahibinin insan olduğu, ona başka ortak tanınamayacağı sonucuna ulaşılır. “Yeryüzü hâkimiyetinin kayıtsız şartsız insanın olması” inancı, bu sıfatın azgınlaştığı insanlarda bir “inanç” esasıdır. İnsan artık tanrılaştırılmıştır. Hatta bu sıfatın azgınlığı doruk noktaya ulaştığı zaman bazı ateist-marksistlerin dediği gibi -hâşâ- “Allah” diye bir varlık yoktur. “Allah’ı, halk muhayyilesi yaratmıştır” diyecek kadar işi zıvanasından çıkarırlar. Nitekim bir zamanlar Yargıtay başkanlığı yapmış olan İmran Öktem, aynı zırvayı dile getirmiş, öldüğünde haklı olarak cenazesini kıldıracak imam bulunamamıştı.
Bu sıfat terbiye edildiği zaman, toplumda mülkiyet kavramı yerleşir. Kişilerin ellerinde sahip oldukları varlıklara saygı duyulur. Mülkiyet düşmanlığı yapılmaz. Bu sıfat ihmal edilip köreltildiği zaman “eline vur ekmeğini al” cinsinden “hımbıl, mıymıntı, sünepe” bir insan acûbesi ortaya çıkar.
İşte görüldüğü gibi “insan denilen meçhul” varlığın karakteristiği budur. Eğitilmemiş, fıtratını bozarak insanlık vasıflarını kaybetmiş kişilerden her türlü vahşet beklenebilir. Teemmül oluna.