Dinimizde kaynak olarak sünnetin derecesi, Kur’an’dan sonra gelir. İkisini eşit görmek, sünneti vahiy derecesine çıkarmak olur ki, bu doğru değildir. Bakara Suresi’nin ikinci ayetinde, Kur’an-ı Kerim “kendisinde şüphe olmayan Kitap” olarak tanıtılmaktadır. (Bakara 2). Sünnet ise, böyle değildir. Onun bir kısmı mütevatir, diğer bir kısmı da âhâddır. Nitekim Hz. Peygamber (a.s) sahabeden Muaz b. Cebel (r.a)’i yargıç olarak Yemen’e gönderirken, “sana bir dava gelince ne ile hüküm vereceksin?” Muaz diye sorunca, o, önce Allah’ın kitabıyla, orada bulamazsam, Resulünün sünnetiyle, orada da bulamazsam, kendi aklımla hüküm vereceğim” demiştir. Bu rivayette, delil getirme ve hüküm vermede bir tasnif yapılmıştır. Aynı zamanda bu rivayetten de sünnetin dini konularda ikinci kaynak olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’i Hz. Peygambere indirirken, Kur’an’ı açıklama görevi vermiş ve onu açıklaması için gerekli bilgiyi de sünnet olarak ona vahy etmiştir.
Ünlü İslam bilgini İmâm-ı Şâfiî, Kur’an-sünnet ilişkisini üç maddede özetlemiştir.
İlki, Sünnet, Kur’an-ı Kerim’in getirdiği hükümleri tastik eder ve destekler. Örneğin, Kur’an-ı Kerim’de geçen birçok ayette, anne ve babaya iyilik etmek, akrabalarla ilişkileri kesmemek ve komşularla iyi geçinmek üzerinde durulur. Hemen hemen aynı konularla ilgili tavsiyeler, sünnette de yer alır.
İkincisi, Kur’an’ın kapalı ifadelerini açıklayan hadisler vardır. Bu bağlamda sünnet, mücmel ayetleri açıklarken, umum lafızları da tahsis eder. Meselâ, Kur’an’da nikahlanması haram olanlar arasında (Nisa 22-24) bir kadın ile teyzesi veya halasının aynı nikah altında toplanmasının haram olduğu sünnetle sabittir. Umumun tahsisine gelince, Sünnetin, Kur’an’da genel bir ifadenin kapsamından bazılarını hükmün dışında tutması özel bir durum vermesidir. “Kâtile miras yoktur” rivayeti buna örnektir. Bu rivayet ile miras, Allah’ın kitabında zikrettiği mirasçılardan, yalnızca, kâtilin dışındakilere tahsis edilmiştir.
Üçüncüsü ise, Hadislerin, Kur’an-ı Kerim’in kabul ya da red bağlamında bir şey söylemediği bir hususta yeni hüküm getirmesidir. Buna da; “hayızlı bir kadın orucu kaza eder ama namazı kaza etmez” rivayetini örnek verebiliriz.
Velhâsılı, Allah’ın ilahi mesajı olan vahiy, dinin teorik yanını oluştururken, Hz. Peygamberin nebevi sünneti dediğimiz söz, davranış ve onayları, dinin pratik yönünü teşkil eder. Bu sebeple, Kur’an’ın anlaşılmasında Hz. Peygamberin sünnetine başvurmak büyük önem taşımaktadır. Sünnet, Kur’an’ın hükümlerini açıklama konusunda çok önemli bir delildir. Hüküm çıkarırken hem Kur’an’a ve hem de sünnete bakılır. Çünkü Kur’an küllî hükümleri içerir. Bu hükümlerin geniş açıklaması sünnet sayesinde olur. Kur’an’ın lafzı ve manası Hz. Peygamber tarafından bize iletilmiş ve açıklanmıştır. Kur’an’da emredilen namaz, hac, zekât, oruç vb. gibi buyrukları geniş bir şekilde açıklamak ancak, sünnetle sağlanabilir. Kaldı ki, İslam’ın, toplumların hayatında şekli dindarlık olarak görünürlüğü, vahiyden daha çok nebevî sünnete dayanır. Çünkü nebevî sünnet, vahyin peygamberin hayatında ete-kemiğe bürünmesi olayıdır. Dini uygulamalardan mimariye, sanattan edebiyata, yemek kültüründen kıyafete, musikiden güzel yazıya, spordan eğlenceye vb. varıncaya kadar sünnetin belirleyiciliğini görmek mümkündür. Dünya Müslümanlarının birliğini sağlamada nebevi sünnet önemli bir yer tutar. Bu sebeple her Müslümanın dünyevi meselelerde Kur’an’ın ve peygamberin getirdiği ilkeleri hakem yapması ve bu ilkelere itaat etmesi ve onları hayata taşıması Müslümanlığının bir gereğidir.