“Hayat çok ağır” diyordu durakta bekleyen ihtiyar adam; onu duyan delikanlı “ne ağırı amca bey, zaman yetmiyor çok hızlı çok” diyerek hayıflandı. İhtiyar adam delikanlının yüzünde oluşan bıkkınlık ve tükenmişlik ıstırabını görmüş sesini iyice kısarak “tam da bunu diyorum evlat, hayat ağır, yüzüne yansımış” diyerek iç çekti.
Yaşadığımız hayatın bizde bıraktığı anlam bütününü nasıl tarif edeceğiz? Kısıtlı imkanlarıyla belirli bir vaktin dünyalık kısmını yaşıyoruz. Gerçek ve sonsuz dünyanın hazırlığı için geçen sürenin anlam ve derinliğini arıyor değiliz.
Duraktaki adamın “hayat çok ağır” ifadesinde neyi demek istediğini biraz alay ederek biraz kızarak ve çokça “anlamamış” olarak savuşturan delikanlının aynı dünyayı yaşıyor olduğunu hatırlatmak gerekmez. Kaldırabileceğimiz kadar yük istemekle mükellefiz. Evet o yükü yüklenecek güce ve kabiliyete sahip olmak bize verilmiş en büyük anlam belki de.
Yükün nitelik ve niceliğine göre ona ağırlık sıfatını veren biziz. Biricik olan ben kendi hikayemin başrolünü oynuyorum. Babamın evladı, çocuğumun babası, üst komşumun kapı komşusu, bir devletin vatandaşı ve diğerleri… Hikayemin bir anlam ve kıymeti olsun için uğraş veriyorum. Bu uğraşımın öte dünya için bir yolculuk olduğunu unutur muyum?
Hayat ağır evet… İnsan olarak insanca yaşamanın peşinde olduğunu söylüyor olmam diğer insanlarla aynı savaşın içinde olmamı sağlamıyor. Kimisi vaktini, hazzın ve hızın doruğunda merkeze kendisini alarak yürüyor, kimisi boş vererek el sallıyor.
Gündelik hayatın günümüz insanını yorduğunu söyleyip duruyoruz. Nuh aklıma geliyor, Peygamber Nuh (as)… Hangi gündelik hayat Nuh’un bir gününden çok daha hafiftir acaba? İsa (as) hangi gün hangi keyfin ve hangi hazzın peşine düştü? Bu haliyle bu sorunun bile muhal olduğunun farkındayım.
Yetişemiyoruz giden güne ve “şimdi” dediğimiz anın elimizden kayıp gitmesine mâni olamıyoruz. “Şimdi” bitip yarın başlayınca maziden açtığımız bahsin etkisiz elemanları oluyoruz.
Duraktaki adam, uzaklara bakarak hasretini çektiği ne varsa esen yel ile çekti içine ve şükür dedi. Duraktaki genç saçlarını düzelterek esen yele kahır etti. Adam “le havle” çekti, genç daha gelmeyen otobüse sitem etti.
Sükûnet arar insan, gürültüden kaçmak ister, kavgadan uzak olmak ister. Lakin yine de kavganın, sükunetin lüzumu olduğunu o söyler.
Sekine halinde olmalı insan, unutmamalı. Unutmak nimettir oysa. Kendine yapılan fenalığı, yıllar önce uğradığın haksızlığı unutmazsan zihnin de yüreğin de neler ederdi sana? Yine de unutmaman gereken şeyler çok bilirsin değil mi? Unutma misal asaletin bir kısmı sükunetle birliktedir, sabrın birazı sükunettir ve en güçlü haykırışlar en tesirli cümleler sükûnet halinde çıkar.