Ülkemiz demokratik sistemini, vatanımızı ve milletimizi yok etme kastıyla geçtiğimiz Cuma günü emir komuta zinciri dışına çıkan ordu içindeki hain bir grup tarafından girişilen darbe kalkışmasının, farklı siyasi görüş, etnik yapı ayrımı yapılmaksızın, emniyet güçleri, ordu, siyasi kesim ve tüm millet tarafından tek vatan, tek bayrak, tek yürek, tek kalp olarak büyük oranda üstesinden gelinmesine rağmen, artık bir daha buna tür demokratik rejimi ortadan kaldırmaya yönelik darbe teşebbüsleriyle karşılaşmamak ve devletin her kademesine yuvalanmış çete elemanlarını etkisiz hale getirmek adına uygulamaya konulan olağan üstü hal (OHAL) uygulamalarının, ekonomik ve sosyal hayatımıza iç ve dış dünyadan yansımaları devam ediyor. İşsizlik, enflasyonun makul seviyelere düşürülememesi, borçların artması, istikrarsız kalkınmayı gösteren veriler (okuma yazma bilenlerin sayısı, kadınların işgücüne katılımı, alt yapı yatırımları, eğitim yatırımları, sağlık yatırımları, teknolojiye yapılan yatırımlar, bebek ölüm oranları, ortalama yaşam süresi ve kalitesi vb.) ile dış ticaret ve cari açık gibi yapısal sorunlarını çözmeye çalışan ülkemizin yaşadığı son darbe kalkışmasının etkilerinin minimuma indirilmesindeki başarı düzeyi, başta ekonomik olmak üzere her alanda Türkiye’nin bundan sonra kat edeceği mesafeyi belirleyen faktörlerin başında gelmektedir. Temennimiz OHAL uygulaması ile masum vatandaşların ve her türlü terör unsurlarının, el yordamıyla ve birilerinin suflörlüyle değil, sağlam delillere dayanan verilerle ve kısa sürede doğru teşhis edilip bir an önce sonuçlanmasıdır. Darbe kalkışmasının öncelikle ekonomimiz olmak üzere ülkemizin olabilecek negatif yansımasını en aza indirmek için başta Cumhurbaşkanı olmak üzere iktidar partisi yetkililerinin zamanında ortaya çıkıp kamuoyunun tansiyonunu düşürmeyi başarmaları ve arkasından Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ile Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’nın koordineli bir şekilde yaptığı açıklamalar piyasaların sürü mantığı psikolojisine kapılıp vatandaşların bankalara ve döviz bürolarına akın etmelerinin ve ekonominin temelden sarsılmasının önüne geçmişlerdir.
Tüm milletimizin kalbine yapılan 15 Temmuz saldırısının şiddeti, boyutu ve olası tüm olumsuz sonuçlarının büyüklüğünü bilip ancak bir kenara koyup, tüm millet olarak ekonomik, sosyal, kültürel ve toplumsal birliktelikle daha bir şevkle, gayretle çalışmalıyız. Çünkü hayat devam ediyor, ülkelerin her alanda her türlü büyüme, kalkınma ve refah düzeyini artırma mücadelesi de, ama kuralsızca, vahşice. Bu nedenle yurt içi ve küresel ölçekte ortaya çıkan gelişmeler karşısında, emir alan değil etkin bir ülke olma adına bir saniyeyi bile boşa geçirecek zamanımız yok.
Ülkemiz olağanüstü şartları yaşarken, dış dünya reel ve finansal piyasaları da, kendi doğal trendini ve birbirinden etkileşim sürecini yaşamaya devam ediyor. ABD ekonomisiyle ilgili veriler çoğunlukla iyimser olarak gelişmeler gösterirken (sanayi üretimi, perakende satışlar, firma karları, borsa ve ev satışlarının artışı ile işsizlik maaşı almak isteyenlerin sayılarının düşmesi) ülkemizdeki darbe kalkışması, future ve petrol piyasalarını olumsuz etkiledi. Japonya kamu piyasaların canlandırılması için harcamalarının artırılmasına yönelik aktarılması düşünülen helikopter para yaklaşımına BoJ’un sıcak bakmaması, özellikle Japonya ile ileri derecede ticari ilişkiler içinde olan ülkelerin bir süre daha durgunluk yaşayacağı anlamına gelmektedir. AB ise Brexit sendromunun etkilerini azaltmaya çalışırken, büyüyememe ve düşük enflasyon sorunundan kurtulamamıştır. Son konu yani AB, Çin hatta Japonya’nın yüksek büyüme hızına ulaşamamaları, günümüzde tüm ekonomilerin ortak sorununu oluşturmaktadır. IMF’nin 2016 ve 2017 yıllarına ilişkin büyüme rakamlarını aşağıya doğru revize etmesi, hem küresel durgunluğun en önemli ispatı hem de bu sürecin, uzun bir süre yaşanmak zorunda kalınacağına dünyanın hazırlıklı olmasının gerekliliğidir. Bu gerçekliğin ülkemize olumsuz yansıyacak etkilerini azaltmak için temel sorunlarımızı kalıcı biçimde çözmemiz ve yüksek teknolojiye dayanan reel üretimi tüm ekonomiye egemen kılıp, küresel piyasalarda fiyat ve kalite açısından rekabet edebilecek konuma getirmemiz şarttır. Bunu sağlamanın yolu, üretim ve istihdam üzerindeki maliyetlerin artmasına yol açan tüm vergilerin gözden geçirilerek makul seviyelere indirilip, yüksek teknolojiye dönük üretim yapan firma ve sektörlerin teşvik kapsamına alınarak desteklenmesinden geçmektedir. Türkiye’nin bu konudaki yolu doğaldır ki tamamen güllerle döşeli değildir, yurt içi ve yurt dışında aşması gereken önemli sorunları vardır. İç sorunlar OHAL uygulaması, büyük rakamlara ulaşmış dış ve iç borç düzeyi, yüksek enflasyonun sürmesi, işsizliğin %10’dan örneğin %5 gibi olması gereken düzeylere indirilememesi, emtia fiyatlarının uzun süredir düşük fiyatlarda seyretmesine rağmen dış ticaret ve cari açık sorunundan kurtulamaması olarak sayılabilir. Küresel durgunluk gibi tüm ülkeler gibi Türkiye’yi de saran dış kaynaklı genel sorunun yanında, durumdan vazife çıkarmaya çalışan, darbe kalkışması gibi olağandışı bir gelişmeyi bile genel sorunmuş gibi yorumlayıp dünya kamuoyuna servis yapmaya kalkışan, objektiflikten uzak ve kesinlikle art niyetli olduğunu düşündüğüm S&P gibi küresel arenada etkili bir kurumun, kredi notumuzu BB+’dan BB’ye, not görünümünü de durağandan negatife indirmesidir. Türkiye’nin resmi olarak bile çalışmadığı S&P’nin ülkemizle ilgili yaptığı değerlendirmenin esas tehlikeli tarafı ise, Moody's ve Fitch tarafından takip edilerek dünya kamuoyunun inanmasıdır. Bu nedenle yapısal sorunlarımızı çözüp ülke olarak bu tür kurumlara fırsat vermemeliyiz.
Soru: Ekonomik krizlerin ülkelere olan etkileri aynı mıdır? Neden?
Sözün Gözü: Ne olursan ol, ama vatan haini olma.