Yaratandan ötürü yaradılana merhametin müesseseleşmiş şeklidir vakıflar.
Vakıfların mülkiyeti, temlik ve temellükten âridir. Bedduâsı hepimizin mâlumudur.
Rivâyete göre, Cebrâil Aleyhisselam’ın Allah’ı zikri karşısında vecde gelen İbrâhim Aleyhisselam, bütün sürülerini zikir sahibine hibe eder. Kendisinin melek olduğunu ve sürüleri alamayacağını ifade eden Cebrâil’in bu sözü üzerine Hazreti İbrâhim, bütün sürülerini satar ve büyük bir arazi alarak Müslümanların istifadesine sunar. Böylece vakıf, İbrâhim Aleyhisselam ile başlamış olur.
Vakfın ilk fiili örneğini Peygamber Efendimizde görmekteyiz. İki Cihan Serveri, Medine’deki hurmalıklarını vakfederek en güzel numune olmuştur. İmkan sahibi sahabeler de, O’nun izinden yürümüşlerdir.
Vakıf medeniyetinden nasipdar olan en büyük devlet hiç şüphesiz Osmanlı Devleti’dir. Osmanlı’nın her bir vakıf müessesesi, vefa âbidesi olarak hizmet vermiştir.
Osmanlılar, vakıf yoluyla akla ve hayale gelmeyen muazzam eserler vücuda getirmişlerdir.
Çok geniş bir sahaya yayılarak hizmet veren vakıflar, en güzel infak müesseseleri olmuştur. Osmanlı’da vakfın adı mesuliyet olarak tevarüs etmiştir.
Mesuliyet sahibi insanlar, âbide şahsiyetler olarak, bu medeniyeti oluşturan merhamet harcının çimentosu olmuşlardır.
Osmanlı’nın vakıf hassasiyetine şöyle bir nazar edecek olursak, neler görürüz neler…
Cami, Mescid, tekke, medrese, imaret, kervansaray, darüşşifa, su yolları, su kemerleri, çeşme ve sebiller, yollar, aşevleri, çocuk emzirme ve büyütme yuvaları, misafirhane, çamaşırhane, hela, han, hamam, bedesten, türbe, iskele, deniz feneri, esir ve köle azad etmek, fakirlere yakacak temin etmek, hizmetçilerin efendileri tarafından azarlanmaması için kırdıkları kase ve kapların yenilerini almak, gazilere at yetiştirmek, ağaç dikmek, borçtan hapse girenlerin borcunu ödemek, dağlara geçitler kurmak, yetim kızlara çeyiz hazırlamak, fakir ve kimsesizlerin cenazesini kaldırmak, kış aylarında kuşların beslenmesi, hasta ve garip leyleklerin bakımı ve tedavisi gibi bir çırpıda sayacağımız hizmetler, vakıf medeniyetinde zirve olmuş bir toplumun kalbindeki ve fiilindeki merhamet örnekleridir.
Osmanlı’da 26 binden fazla vakfın varlığı tespit edilmiştir.
Ömrünü bu hassasiyete vakfeden vakıf insanları, tarihin altın sayfalarında insanlık adına yerlerini almışlardır.
Vakfın temelinde merhamet; vakıf insanının hamurunda diğergamlık yatar. Merhamet ve diğergamlık, beraberinde sosyal adâleti getirir. Sosyal adâletin olduğu bir toplumda, sosyal dokuda erozyon oluşturmak mümkün değildir.
İşte, Osmanlı toplumu, bu adâleti soluyan ve solutan bir toplum olmuştur ve vakıf medeniyetinin tarih sahnesindeki en güçlü halkasını oluşturmuştur.
Hatta ve hatta, Avrupa’daki bir çok vakfın kuruluşunda, Osmanlı’da görev yapmış elçilerin telkin ve tavsiyelerinin büyük etkisinin olduğu da, bu elçilerin hatıratlarından ortaya çıkmıştır.
Osmanlı’nın vakıf hizmetlerinde belli hassasiyetler, temel kurallar olarak kabul görmüştür.
-Yardım eden ve yardım edilen birbirini tanımaz.
-Canlının şefkate muhtaç olması yeterlidir. Bu, ağaç olmuş, geyik olmuş, çoban olmuş fark etmez.
-Alenen yardım yapılamaz. İhtiyaçlının hissiyatı her şeyin üzerindedir.
-Ve vakıf devir ve temlik edilemez.
İnsanın olduğu yerde ihtiyaç da vardır.
İhtiyacın olduğu yerde, hacetin giderilmesi esastır.
En şerefli mahluk olan insana hizmetin sahibi,
Yine eşrefi mahlukat olan o insandır.
Günümüzün yaşayan vakıf insanlarından ve aynı zamanda hemşehrimiz olan Osman Nuri Topbaş Hocamızın “Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı” adlı şaheserini, vakıf medeniyetinde zirve olmuş Osmanlı’yı ve vakfın bir toplum için ne denli önemli bir hizmet kanadı olduğunu anlama adına, okuyalım ve okutalım temennisi ile yazımız bitirelim.
Rabbim, vaktinizi vakfettiğiniz işlerinizi, öbür âlemde vakıf insanları ile vuslatınıza vesile kılsın. Amin.
Duânızı eksik etmeyin efendim.