Geçtiğimiz gün haber ajansları tarafından arka arkaya verilen üç haber dikkatimi celp etti. Toplum olarak sorumluluk bilincimizin ve hak – adalet anlayışımızın tam manasıyla yerleşmediği fikrini perçinleyen uygulamalara dikkatlerinizi çekmek, olayları beraberce değerlendirmek istiyorum.
Haberler şu şekilde: Japonlar tarafından İzmit Körfezinde inşa edilmekte olan asma köprü inşaatında halatlardan biri koptuğu için sorumluluğu üstlenmek isteyen bir Japon mühendisin intihar etmesi; en son yapılan YGS’de bir öğrencinin sınav kâğıdının sınav salonunda unutulması üzerine öğrencinin savcılığa yaptığı suç duyurusu ve 2010 KPSS’sinde kopya olayının gerçekleşmesiyle ilgili hazırlanan iddianamenin kabul edilmesi.
Bu olaylarda sırasıyla şu özellikler öne çıkmaktadır: Belki doğrudan kendisine bağlanamayacak bir vakadan, başarısızlıktan dolayı bir şahsın sorumluluğu üstüne alarak hayatından vazgeçmesi; doğrudan sorumlu oldukları halde salon görevlilerinin vazifelerini tam layıkıyla yerine getirmemeleri neticesinde bir gencin bir yılının heba olmasına neden olmaları ve yüzbinlerin, belki milyonların hakkına kasten tecavüz edilmesi sonucunda toplumda adaletsizlik fikrinin yaygınlaşması.
İnanç değerlerimiz herhangi bir başarısızlıktan ve hatadan dolayı kimsenin intihar etmesine cevaz vermez. Cenab-ı Allah’ın verdiği canı, ancak gene o geri alabilir. İntihar bizim inancımıza uygun bir tercih değil. Ama intihar olayında üzerinde durulması gereken nokta bir şahsın, bir başarısızlıktan dolayı sorumluluğu üstlenmesi, vazife duygusu içinde hareket etmesidir. Sorumluluk üstlenme genel anlaşma alkışlanacak bir durum. Bizim, genel anlamda göstermediğimiz bir davranış biçimi.
Açık bir şekilde hatalı olduğumuz durumlarda bile sorumluluğu kabullenmek istemeyiz. Bu gururdan mı kaynaklanır, yoksa lakaytlıktan mı bilinmez. Önemli de değil. Ama sorumluluktan kaçma genel anlama insanımızın yaygın bir şekilde sergilediği bir tavır.
İkinci vaka, YGS’de cevap kâğıdının sınav salonunda unutulması. İnsan aklının alması, kabullenmesi mümkün olmayan bir durum. Mazur karşılanabilecek bir hata değil. Nihayetinde bir gencin bir yıllık çalışması ve hayatı heba olmakta, geri dönülmesi imkânsız bir ziyan ortaya çıkmaktadır.
ÖSYM sınavlarında kimseye zorla görev verilmez. Görev üstlenen şahıslardan sorumluluk bilinci içinde hareket etmeleri beklenir. Görüldüğü kadarıyla sorumluluk duygusunun yeterince ciddiye alınmadığı hissini verecek bir uygulama ortaya çıkmış. Bireysel bir hak ihlali, sınırlı olarak o gencin hayatını derinden etkileyecek bir ‘ihmal’.
Üç haber içinde en vahimi, en dikkat çekeni KPSS hırsızlığı. Çoğu akraba, tanıdık, komşu olmak üzere ‘malum’ yapıya mensup olduğu söylenen 350 kişi sınavda sorulan 120 sorunun tamamına doğru cevap vermişler. O tarihe kadar da eğitim bilimleri testinde hiç kimse tüm sorulara doğru cevap vermemiş. Baştan sona şüpheli bir durum anlayacağınız. 70 çift tüm soruları doğru cevaplamışlar.
Yetkili Cumhuriyet savcılığı olaya el koymuş. İddianame kabul edilmiş. Adli yargıya intikal etmiş bir olay. Üniversite sınavlarında yıllardır neler yapıldığını, o sınavlarda yapılan emek hırsızlıklarının boyutlarını bilme ihtimalimiz bulunmuyor. ÖSYM tarafından yapılan dil sınavları ne kadar güvenilir? Ben olsam son on beş yılda yapılan tüm dil sınavlarını tekrar değerlendirmeye alırdım. ÜDS’de 100 almış, ama dil bilmiyor. Çok örnek var.
Bunu ‘hak ve adalete’ inandığını söyleyen, kendini dini bir cemaat, ‘camia’ olarak ‘pazarlayan’ kişilerin yapması kan dondurucu.
Rahatsızız. En kutsal adalet duygusunun geniş çaplı bir şekilde yıpratılmasına neden olabilecek olaylar bunlar. Tam da ‘tuz kokutan’ cinsten. ÖSYM’den sızdırılan sorular ‘paralelci’ ahmaklara servis edilmiş. Mağdurları tam manasıyla tespit mümkün değil. Tüm soruları doğru yapmasalar, birer – ikişer hatalı cevap verseler kimse fark edemeyecek. Ama gözlerini hırs bürümüş. İlla hepsini yapacaklar. Bu ne ‘özgüven’. Bu ne ‘aymazlık’. ‘Birkaç hatalı soruyu bilerek işaretleyerek kendini saklayabilen’ var mı, bilmiyoruz. ‘Zekâ’ kırıntısı olanlar onu yapmışlardır.
Olaylara tekrar dönersek: Belki de doğrudan sorumluluğu bulunmayan bir olaydan dolayı bir Japon niçin intihar eder? Türk doğrudan sorumlu olduğu bir faciadan dolayı niçin ‘sorumsuz’ davranır? Ne olduğu belirsiz, emek hırsızı ve kökü dışarda Siyonist-sever gaspçılar nasıl bu kadar cüretkâr davranırlar?
Üç ayrı olay; üç ayrı tavır; üç ayrı tip. Tablo bu!
Bir yerlerde bir yanlış olduğu kesin. Bilen beri gelsin. Eğitim sistemimiz, aile yapımız, sosyal örgüt ve ilişkilerimiz baştan sona gözden geçirilmeden, toplum olarak yeniden formatlanmadan bu gidişatı değiştirmemiz mümkün görünmüyor.
İnsanımız temel insani değerlere dönüş yapmadan, hak – hukuk, adalet, sorumluluk, sevgi, saygı gibi hasletleri sıfırdan ve yeniden dikkate almadan toplum olarak doğru noktaya ulaşmamız mümkün olmaz. Eğitim sistemimiz, dini kurumlarımız, aile değerlerimiz, sosyal gruplar bence her şeyi bırakıp, bu konuya yoğunlaşsınlar.
Ama lütfen ‘ilgililer’ ilgilensin. İlgisizler, kamu kaynaklarını heba ederek amacı, hedefi, kapsamı, çıktıları, muhatapları belli olmayan ‘boş kuyulara taş’ atmasınlar. O adla ‘okul’ kurulmasına gerek yok. ‘Medeniyet’ dediğiniz şey, ayrı bir şey. Dilimizde tüy bitti ama birileri anlamak istemiyor.
Medeniyet öğretilmez, dayatılmaz. Kötü örneklerle mücadelede, bataklığı temizlemeye çalışmak yanlış. İyi örnekler çoğaltılmalıdır. Onu da ‘ilgilisi’ yapmalı, ‘sorumlusu’ devrede olmalıdır. ‘Sorumluluğu’ olmayanlar, ‘sorumluluk’ duygusu aşılayamazlar.
‘Kem aletle, kemalât’ olmaz.