Göğünde güvercinler, uçurtmalar uçan Araplar’ın kendine has özellikleri, insanları ile saokakları vardı. Farklı yörelerin, farklı köylerin insanlarından oluşan bu sokaklar mahalleyi harika bir mozaiğin görünüşünde oradan gelip geçenlerin gözlerine sergilerdi. Bu sokaklardan birisi olan Ebussuud sokağındaydı bizim evimiz. Hemen girişte 2 numaralı kapı bizimdi. Köşedeki evimizin ahşap kapısı (ki sonraları çift kanatlı demir bir kapıya bıraktı yerini) sokağa açılır, evin altındaki bakkal dükkânımızın kapısı ise Büyük Sinan Caddesine bakardı.
Bu sokakta herkesi tanımlayan birer lakap vardı. Kimileri köylerinin ismiyle, kimileri meslekleriyle, dedelerinin adıyla ya da lakabıyla, kimileri de hobileriyle anılırdı. Bu hobilerin başında kuşçuluk gelirdi. O günün Araplar’nda kuş bulunan pek çok ev vardı ama bazı kuşçular bu meraklarını adeta hayat tarzına dönüştürmüşlerdi ve onlardan bahsedilirken bu özellikleri mutlaka dile getirilirdi. Bizim sokakta da vardı elbette kuşçularımız. Ama burada onlardan çok sokağın genelinden bahsedeceğimizden ayrıntılarına girmeyeceğim. Kitabımızın önceki sayfalarında anlatılmıştı bu konu zaten.
Ebusuud sokağında bir manzara var ki hala hatırlar dururum zaman zaman. Çocuktum, sanırım yedi sekiz yaşlarımda falandım. O güne kadar sokakta hiçbir evde çeşme yoktu. Herkes su ihtiyacını mahalle çeşmesinden kaplarına doldurup getirdikleri sularla gideriyordu. Bir gün bir söylenti başladı; belediye evlere su getirecek, herkes hayat adını verilen avlusuna birer çeşme alacak diye. Derken bir de baktık ki bir belediye kamyonu durdu sokağın başına içinden kazmalı kürekli bir sürü adam indi. O zamanlar şimdiki gibi kepçe, buldozer v.s. bir araç yok tabi. Kazıyı o kamyondan inen belediye işçileri yapacaklar. Günlerce, belki de aylarca kazdılar sokağı o işçiler. Sokak tam ortasından yarıldı. Ben bakkalın önünde oturduğum için bu işçilerle, işçilerin çavuşuyla arkadaş gibi oldum. Gelip giderken bana güzel sözler ederlerdi; bilmece sorarlar, fıkra anlatırlar, tatlı tatlı şakalar yaparlardı. Öğle yemeklerini de bizim bakkaldan aldıkları ekmekle katıkla yedikleri için sohbet için de zaman genişliyordu. O abilerin, amcaların isimlerini, yüzlerini unuttum ama o sıcak ilgilerini, sevgi dolu yaklaşımlarını hiç unutmuyorum.
Derken bir gün işleri bitti, açtıkları o sokağın başından sonuna varan çukur kaldı arkalarında. Zira herkes avlusuna küçük çukurlar kazacak ya da kazdıracak ve alacakları çeşmeler o ana hatta döşenecek borularla bağlanacaktı. Bayağı bir süre de o işlemler için açık kaldı kazılan o çukur. Hayat da bir taraftan devam ediyordu. O toprak yığınlarının üstünden işe gidiliyor, evlerin ihtiyaçları görülüyor hatta düğünler bile yapılıyordu. Düğün taksilerinin sokağın başında durduğunu ve düğüne katılanların ve tabi gelinle damadın o toprakların üzerinden yürüdüklerini hatırlıyorum.
Ve bir gün o çukur tamamen kapatıldı. Toz toprak, yağmur çamur sokağımızda zirve yaptı. Bilmiyorum ne kadar zaman geçti, sokağa asfalt dökül de o çileden kurtulduk. Şimdi çile diyorum ama o zamanlar o bile bir eğlenceye sebep oluyordu bizlere. Harmanbiş oyunu revaçta olmuş, çukurlu bilye oyunu gündemin başına oturmuştu çocuklar arasında.
Hayat biraz daha rahatlamıştı avluya alınan çeşmeyle her evde. Asfaltın dökülmesiyle de üstümüzün tozu toprağı, çamuru gitmişti bir nebzede olsa. Ve Ebusuud sokağında hayat yeniden bir düzene girmiş, komşular birbirlerine rahat rahat gidip gelmeye başlamış, çocukların oyunları, doğal akışına kavuşmuştu. Yine kuşlar, uçurtmalar uçuyordu mahallemizin göğünde. Yine radyolardan gelen sesler taşıyordu evlerden. Yine bir tandır ekmeği kokusuyla kendini yeniliyordu hayat.
Şimdi buradan bakınca gözlerim doluyor kalbim bir hoş oluyor. O günkü avlularda dinlendirdiğim gönlümü bugün balkonlarda avutamıyorum. O gün büyüklü küçüklü insanlarla ettiğim sohbetlerden aldığım hazzı bu gün hiç sözde, hiçbir gözde, hiçbir yüzde bulamıyorum. O gün gazoz kapağından, kayısı çekirdeğinden, sakızdan çıkan kâğıtlardan devşirdiğim sevinci bu gün hiçbir şeyden bulup çıkaramıyorum. Sevgi, saygı, kardeşlik, komşuluk, akrabalık aramızda dolaşan canlılardı o gün hiç hilafsız. Şimdi herkes birbirine birer uzak ülke. Herkesin arasında Berlin Duvarı gibi duran betonlar çekili.
Çaresizliğin dediği gibi: yapacak bir şey yok, olan oldu. Acaba gerçekten öyle mi? gerçekten yapacak bir şey yok mu?
Sevgiyle kalın.