İkinci Dünya Savaşı’na kadar dünyanın en güçlü devleti olarak kabul edilen İngiltere, bu savaştan sonra yerini ABD’ye bırakmıştı. ABD, İkinci Dünya Savaşı’na kadar nispeten kendi ekonomik zenginliğini yaratmakla meşgulken, savaşın ardından kendisine dünya siyasetine yön verme rolünü biçmişti. ABD’nin yanı sıra İkinci Dünya Savaşı’ndan güçlenerek çıkan bir diğer ülke Sovyetler Birliği olmuştu. Kapitalist dünyanın liderliğine soyunan ve başını ABD’nin çektiği kutup ile Sovyetler Birliği’nin liderliğinde yer alan sosyalist kutup arasında amansız yeni bir savaş başlamıştı. ABD ve Sovyetler Birliği arasında askeri çatışmaların olmadığı tamamen ekonomik, bilimsel ve toplumsal alanlarda yaşanan bu mücadele Soğuk Savaş olarak tarihtekini yerini aldı.
Peki, ABD soğuk savaş sırasında toplumları dönüştürmek için sosyal bilimlerden nasıl yararlanmış, kitle iletişim araçları ile toplumları nasıl manipüle etmişti? Amerika, soğuk savaş döneminde başta sosyoloji olmak üzere tarih, antropoloji, kültür – sanat ve iletişim gibi alanlardan yararlanmıştı. ABD; toplumları yozlaştırmak, temel dinamiklerinden uzaklaştırarak kültürel yıkıma uğratmak ve dünya görüşüne uygun sistemle yeniden yapılandırmak için bu bilim dallarını kullanmıştı.
Christopher Simpson editörlüğünde 9 bilimadamı tarafından yazılan “Üniversiteler, Amerikan İmparatoruluğu ve Soğuk Savaş Döneminde Sosyal Bilimlerde Para ve Siyaset” kitabı tamamen bu konular üzerine yapılmış çalışmaları anlatıyor. Kitabı okuduğumuzda görüyoruz ki Türkiye’ye özel önem verilmiş. Hatta Türkiye, ABD tarafından bir laboratuvar olarak görülmüş.
Noam Chomsky’nin editörlüğünde hazırlanan “Soğuk Savaş ve Üniversite: Savaş Sonrası Yılların Entelektüel Tarihi” isimli kitapta da bilimin nasıl siyasetin emrine girdiğini okuyoruz. Jack Goody’nin “Tarih Hırsızlığı” kitabı da Batının tarih bilimini ters yüz ederek toplumları nasıl manipüle ettiğini anlatan bir çalışma.
Antropolog Laura Nader, bir yazısında antropolojinin siyasetin emrinde kullanıldığını “Soğuk Savaş döneminde antropolojik çalışmaların siyaseten yönetildiğini, askeri ve ticari güçler için çalışan antropologların sayısının bu güçler üzerine araştırama yapan antropologların sayısından fazla olduğunu, antropologların demokratik illüzyonlara bilerek katıldıklarını bunun zihinlerin sömürgeleştirilmesi yoluyla başarıldığını, yanlış olanın doğru veya abes göründüğü” sözleriyle anlatır.
Peki, iletişim bu çalışmaların neresinde yer alıyor? Tabii ki tam merkezinde. İnterdisipliner bir bilim dalı olan iletişim diğer bilimlerle iç içe geçmiştir. Özellikle televizyonun icadı, toplumsal kültürleri manipüle etmek isteyenlere muazzam bir fırsat sunmuştur. Hepimiz biliyoruz ki toplumların kültürel davranışlarının değişimi çok yavaş ve uzun yıllar almaktadır. Ancak kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması bu süreyi çok kısaltmıştır.10 yıl toplumsal değişim için çok kısa bir zaman dilimidir. Ama bugünden geriye baktığımızda şunu görüyoruz: 10 sene önce bize çok absürt gelen Batılı davranış kalıpları bugün daha normal karşılanmaya başladı. 10 sene önce tepki göstereceğimiz davranışları bugün “Neden olmasın?” diyoruz. Sosyal bilimlerin diğer dallarında toplumu dönüştürmek için yapılan araştırmalar, kitle iletişim araçları ile evimize taşınıyor ve biz hiç itiraz etmeden tamamen kendi arzumuzla onların istediği bir kültürün içinde onların istediği gibi yaşıyoruz.