Sizin Çocuğunuz Yapmaz mı, Emin misiniz?

Mehmet Toker

Son yüzyıl insanlığın üzerine pek çok açıdan kâbus gibi çöken ve insanlığı şirazeden çıkaran bir yüzyıl olarak tarihe geçecek. Savaşlar, soykırımlar, katliamlar, suni pandemiler, ailesiz, kimliksiz, cinsiyetsiz, inançsız, milliyetsiz, vatansız toplum üretme projeleri, insanları yok etme planlarının ve kıyameti hızlandırma varsayımının adeta bir iz düşümü gibi.

Toplumları insan ve beyin gücü açısından yok etmenin, ekonomik olarak tüketmenin, çökertmenin yollarından birisinin günümüz modern! ve çağdaş! dünyada kitlelerin bağımlılığını artırmak olduğunu ifade edebiliriz. Her türlü bağımlılığa giden yollarının taşları özgürlük söylemleri ile döşenmiş ve özgürlük ambalajında sunulmuştur. Bağımlılık, bir madde veya alışkanlığın kişide biyolojik, ruhsal, fiziksel veya sosyal sorunlara yol açmasına rağmen; bu maddeyi almaya devam etme, bu alışkanlığı sürdürme eğilimi, bırakma isteği olmasına rağmen bırakamama ve maddeyi alma isteğinin, alışkanlığı sürdürme meylinin kontrol edilememesi durumunu ifade etmektedir. Madde bağımlılığı uzun yıllar boyunca ahlaki bir sorun, iradesizlik veya kişilik zafiyeti olarak algılanmasına rağmen artık günümüzde gizli, salgın, kronik bir beyin hastalığı olarak kabul edilmiştir.

Uyuşturucu madde kullanımının, alım-satımının, üretiminin suç kabul edildiği ülkelerde bir taraftan suç ve suçlularla mücadele edilirken; diğer taraftan bu hastalığa yakalanmış “bağımlı” teşhisi konulmuş kimselerin tedavisini sağlamak toplumsal bir mükellefiyettir. Zira tedavi gerçekleşmediği zaman illetin yaygınlaşmaya devam ettiği inkâr edilemez bir gerçektir. Çünkü bağımlılık salgındır. Uyuşturucuyla mücadele tek bir kişinin, kurumun, hatta devletin baş edemeyeceği küresel bir problemdir. Çünkü bazı küresel şeytani güçler, insanlığa düşman hain emellerini uyuşturucuyu yaygınlaştırmak suretiyle gerçekleştirmeye çalıştıkları için mücadeleyi zorlaştırmaktadır.

Uyuşturucu ticareti, ülkelerin sınırlarını aşan uluslararası düzeyde bir suç türüdür. Bağımlı sayısının dünya üzerinde her geçen gün artması, hatta birleşmiş milletlerin üye ülkelere, maddelere erişimin basitleştirilmesini ve denetiminin gevşetilmesini tavsiye kararı olarak bildirdiğini de değerlendirdiğimizde uyuşturucu; uluslararası terörizme servis sağlayan ciddi bir silahtır. Bağımlı sayısında dünya çapındaki artış yani pazarın her geçen gün genişlemesi, ticaretindeki yüksek kâr oranı, taşeron terör örgütlerinin bu kârdan büyük ölçüde pay alması, teknolojik ve bilimsel gelişmeler, uyuşturucu üretimini ve ticaretini hızlandırmış, sorunu küresel çapta mücadeleyi gerektiren uluslararası bir tehdide dönüştürmüştür.

Dünyada hâl böyle iken Türkiye'nin bu gerçekliğin dışında kalması elbette düşünülemez. Maalesef, Türkiye'de de hem ticareti hem kullanıcı ve bağımlı sayısı her geçen yıl artış göstermektedir. Son veriler maalesef ülkemizde bağımlılık yaşının gittikçe düştüğünü, bağımlı sayısının da gittikçe arttığını göstermektedir. Uyuşturucuya başlama yaşı 12’ye kadar düşmüştür. Ergenlik dönemindeki gençlerimizin bu tuzağa düşmemesi adına ailelere çok ciddi takip ve rehberlik görevi düşmektedir.

Okulların açıldığı ve pek çok öğrencinin yeni bir okula, yeni bir arkadaş ortamına başladığı şu günlerde ailelerin çocuklarının arkadaş seçiminden, hâl-hareket ve tavırlarındaki değişikliğe, harcama limitlerinden bir şeyleri gizleme saklama tutumlarına kadar pek çok şeyi gözlemlemesi gerekiyor. Bu noktada en büyük handikap ailelerin kendi çocuklarına toz konduramaması ve “BENİM ÇOCUĞUM YAPMAZ!” diye adeta tehlikeye göz yummalarıdır. Bağımlı olanların azami çoğunluğu “benim çocuğum yapmaz” diyen ailelerin çocuklarıdır maalesef. Bir deneme, özenti, arkadaş ortamı gibi pek çok etken; kullanılan maddenin türü, saflığı, miktarıyla alakalı olarak kişileri bu zehrin pençesine almaktadır. “Bir kereden bir şey olmaz!” anlayışı ya da gençlerin, çocukların sosyal ortamını kaybetme korkusu maalesef gençleri av haline getirmekte ve bu küresel şeytani terörizmin kurbanı etmektedir.

Bağımlılık bir gizlilik hastalığıdır. Eğer çocuklarınızla yeteri kadar ilgilenmiyor, vaktinizi paylaşmıyor, onları kendi haline bırakıyorsanız bu durumda çocuğunuzu potansiyel hedef haline getiriyorsunuz demektir. Uyuşturucu pazarı, pahalı bir pazardır ve insanları ekonomik anlamda da çok ciddi sömürmektedir. Bu küresel şeytani terörün ağına düşen insanların tedavi olmaları, bu illetten kurtulmaları da yine son derece pahalı bir tedavi sürecidir. Tedavisi de aileleri ekonomik olarak çökertmektedir. Dolayısıyla testi kırılmadan önce çözümünü bulmak, insanların bağımlı olmasına gidecek yolları kapatmak, toplumsal bir görevdir. Her şeyi devletten beklemek mücadeleyi sadece kolluk kuvvetlerine yıkmak da doğru bir yaklaşım değildir. Kolluk kuvvetleri, suç ve suçlularla mücadele ederken özellikle bu tuzağa düşmüş, bağımlı hâle gelmiş ve kurtulmak isteyenlerin tedavisi ile ilgili tüm toplumun elini taşın altına koyması gerekmektedir. Çünkü tedavi olmaya karar vermiş kimseler, maalesef ekonomik olarak hem kendisini hem ailesini hatta yakın çevresini bitirmiş, sıfırın altına indirmiş kimseler olduğundan dolayı tüm topluma sorumluluk düşmektedir.

BAYDER (Bağımsız Yaşam Derneği) gibi sivil toplum kuruluşlarının tüm vatansever insanlarca desteklenmesi, topluma karşı borçlarımızdan bir tanesidir. BAYDER, bu illetten, bu küresel şeytani terörün pençesinden kurtulmaya çalışan gençleri, detoks tedavisinden sonra, maneviyat eğitimi ile güçlendirerek, onları topluma yeniden kazandırma, hayatlarını yeniden bağımsız olarak devam ettirmeyi kendine şiar edinmiş olan bir sivil toplum kuruluşu. Ama işin acı tarafı pek çok yetkili böyle bir STK’nın varlığından bile habersiz. Bir taraftan bağımlılar kurtulmak için çareler ararken diğer taraftan nasıl kurtulacaklarını bilememeleri, AMATEM vb. kuruluşlarda tıbbî tedavi olduktan sonra, ortamı değiştirememesinden dolayı yeniden bu tuzağa çekilmeleri, önceki hayatlarına geri dönmeleri sıkça tekrarlayan bir durum. Ancak ortamın değiştirilmesi, maneviyatın güçlendirilmesi ile arınma başarısı yükselmektedir. Yani sadece tıbbî tedavinin ötesinde psikolojik, sosyolojik ve manevi tedavinin de güçlü bir şekilde yapılması gerekiyor. Bu hafta başında ziyaret ettiğim, çalışmalarına şahit olduğum BAYDER kendisini bu ideale adamış bir sivil toplum kuruluşu olarak bu toplumsal görevi yerine getirmeye çalışıyor. Onları maddi ve manevi yönden desteklemek bütün toplumun boynunun borcu.