Bereket, en özet tanımıyla gözle görülmeyen fazlalıktır. Bereket bazen yüzde, bazen sözde, bazen aşta, bazen mekânda, bazen de zaman demektir.
İnsanların en fazla şikâyet ettiği konulardan birisi de hiçbir şeyin kendisine yetmemesi ve kendisinin de hiçbir şeye yetişememesidir. Herkesin yapmak istediği çok şey var aslında. Öğrencisinden ev hanımına, işçisinden yöneticisine kadar hiç kimseye ne zaman ne mekân ne de para yetiyor… Hepimiz imkân bulamamaktan şikâyetçiyiz istediklerimizi hayata geçirememekten. Belki daha çok çalışıyoruz, daha çok kazanıyoruz ancak hiçbirisi ihtiyaçlarımızı karşılamaya yetmiyor. Çünkü kazandıkça daha çok harcıyor, daha çok tüketiyoruz.Bizi ayakta tutan sütunların sağlam olduğunu görüyoruz. Merhametli millet olma özelliğimiz devam ediyor.
Eskiden mekânlar dar ama gönüller genişti. Bereket vardı. En küçük alışverişimizde bile birbirimize dualar ederdik. Bir ekmek, bir sakız alsak, ödediğimiz paraya karşılık “Allah bereket versin” denir, biz de “Bereketini gör” diye cevap verirdik.
Dünyanın en cömert milletiyiz, ülkesiyiz. Üstelik bu, hiçbir karşılık beklemeden.
İnsanımızın merhametli ve maharetli eli, en uzak yerlere kadar ulaşıyor. Çoktan herkes verir, verebilir. Kıymetli olan, azdan verebilmektir. Veriyoruz.
Bir kültürümüz, örfümüz, geleneğimiz vardı. Hepimiz az kazanmaya razıydık.
Bilirdik ki bereket azdadır
Bilirdik ki bereket helal kazançta ve alın terindeydi. Aslında biz bunları kaybettik. Evet, modernleştik, imkânlarımız arttı ama ayaklarımızın altından birçok değerimiz kayıp giderken biz bunun farkına bile varamadık. Bir ekmeği bölüşürdük, sofranın ortasına konan bir kap yemeği beraber yerdik ama mutlu ve huzurluyduk. Sofra kültürümüz vardı, ayakta yenmez ve içilmez, sofraya beraber oturulurdu. Yemeğe başlarken “Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla” demeyi büyüklerden öğrendik, kitaplardan değil.
Elimizden ve gönlümüzden çıkan her iyilik, bereketiyle beraber geri döner. Bildiğimiz ve inandığımız budur.