Siyaset, burokrasi, sendika ilişkisine dair;

Şenol Metin

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Memur-Sen’e ve O’nun kurucusu, genetik kodlarını inşa eden Mehmet Akif  İnan’a muhabbetini defaatle çeşitli vesilelerle ifade etti.

2015’te Memur-Sen’in 20 Kuruluş Yıldönümünde Memur-Sen Büyük Vefa Buluşmasında Cumhurbaşkanımız;

‘Memur-Sen, o günkü mütevazı gücü ile büyük bir görev ifa etmiştir. Memur- Sen olmasaydı 28 Şubat çok daha zalimce davrandırdı. 28 Şubatı nihayetlendiren 2002 seçimlerinde Cenabı Hak bize zaferi nasip ettiyse bunda Memur- Sen' in payı büyüktür.’ 

 2019’da; 

"Bilhassa 1995 senesinde Memur-Sen'in kuruluşuna liderlik eden merhum Mehmet Akif İnan'ı burada rahmetle yad ediyorum. Şair, mütefekkir, muallim Akif İnan Ağabey sadece şiirleriyle, fikirleriyle değil aynı zamanda aksiyoner bir lider olarak bizlere hep örnek olmuştur. Sadece kuru bir öğretmenlik, yazarlık, şairlik yapmamıştır. Akif İnan, sendikayı sadece memurların hak ve hukukunu savunan bir çatı olarak değil milli bir diriliş hareketi, evrensel bir özgürlük hareketi olarak da tasavvur etmiştir. Onun nazarında Memur-Sen ülkemizle beraber dünyanın dört bir yanında hakları elinden alınan, emekleri, alın terleri, kaynakları sömürülen onca zenginliğin ortasında fakirliğe mahkum edilen yüz milyonların da sesi soluğu nefesi olan bir müessesedir. Kuruluşundan itibaren Memur-Sen de Akif İnan'ın tayin ettiği istikamet doğrultusunda misyonunu layıkıyla yerine getirmiştir." Ardından 28 Şubat’a atıfta bulunmuş ve;

“Özellikle 28 Şubat'ta olduğu gibi demokrasinin askıya alındığı dönemlerde darbeleri meşrulaştırıcı görev üstlenen sendikal gelenekten ülkemizin kurtarılmasında Memur-Sen'in çok ciddi katkıları olmuştur. Sırtını vesayet odaklarına dayayan sendika ağalarının siyasetçilere ayar verdiği o kötü günler hamdolsun sizlerin desteğiyle artık geride kalmıştır." değerlendirmesinde bulunmuştur.

2021 Büyük Memur-Sen Buluşmasında;

“27 Nisan bildirisinden 367 garabetine, gezi olaylarından 17-25 Aralık girişimine, 15 Temmuz ihanetinden 16 Nisan referandumuna kadar ülkemizi, milletimizi, istiklalimizi, istikbalimizi ilgilendiren her kritik hadisede Memur-Sen onurlu, dirayetli, demokratik bir tavır takınmıştır. Son 19 yılda vesayetçi sisteme, cuntalara, ihanet çetelerine ve terör örgütlerine karşı verdiğimiz zorlu mücadelede dağ gibi yanımızda duran Memur-Sen'e, Memur-Sen'in siz yürekli mensuplarına burada bir kez daha şahsım, milletim adına teşekkür ediyorum." Demiştir.

Cumhurbaşkanımızın Memur-Sen’e ve Onun bileşenlerine muhabbetini, Türkiye için hayatiyetini ifade eden tespitleri defaatle duyduk, kamuoyunun da malumudur. Cumhurbaşkanımızdaki Memur-Sen’in duyulan bu saygının, itibarın menşei, Memur-Sen tarihinin vesayete karşı dik duruşunun ve milli reflekslerinin diri oluşunun tarihin testinden geçmiş olmasıdır.

Bu tarih, aynı zamanda küresel emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin husumetinin de kaynağıdır. Bu nedenle bir kişide, bir yapıda Memur-Sen düşmanlığı var ise bilin ki bunların bir ekşi yemişliği vardır, küresel emperyalizm ile bir bağlantısı vardır.

Küresel emperyalizm ile bağlantısı olmadığı halde Memur-Sen’e hasmane tutum içinde olan bir yapı daha var. İhanet içinde olmasa da ihanet düzeyinde hasmane tutum içinde olan bu yapıya dair;

Bütün imparatorluk bakiyesi devletlerde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyetinin bürokrasisi de çok güçlüdür. Siyaseti, dolayısı ile demokrasiyi maniple edecek kadar çok güçlüdür. Burokrasi, sahip olduğu devlet bilgisi ve alanında uzmanlaşmış olmanın verdiği özgüven ile siyaset kurumunu yönlendirme kapasitesine sahiptir. Bu, uzun dönemde demokrasi için de sivil toplum için de büyük riskler barındırmaktadır.   

Bu gücü dengeleyebilecek tek mekanizma, bürokrasi ile benzer veri tabanlarına ve kadrolara sahip olan sendikalardır. Birlikte çalışmak zorunda olan bu iki yapıyı karşı karşıya getiren işte bu benzerliktir. Ancak bu karşı karşıya gelişi yönetmesi gereken siyaset kurumudur. Siyaset kurumunun, bürokrasi tarafından sunulan karar seçenekleri ile veri setlerini  kontrol edeceği bir mekanizmaya ihtiyacı var. İşte bu mekanizma alan STK’ları ile sendikalardır. Siyasal kadroların bu hususta sendikalarla daha çok istişare içinde bulunması demokrasinin geleceği açısından bir zorunluluktur. Tabi, bu kontrol sistematiği bürokrasinin sendikalara hasmane tavrının da nedenidir.

Siyaset kurumunun karar alma süreçlerinde sivil toplum ile sendikalar ile istişare içinde olması, karar alma süreçlerinin tabanını genişletirken, kararların yaratacağı muhtemel negatif sonuçlara ait mesuliyet bilincini ve tahammül kapasitesini arttıracaktır. Aynı zamanda  bürokrasinin maniplasyon kapasitesini de sınırlandıracaktır. 

Somutlaştırmak için;

Sağlık Bakanlığı, aralık ayında hekim ve diş hekimlerinin emekli maaşları dahil maaşlarında 2500 ve 5000 TL’lik artış öngören bir tasarıyı Meclise sundu. Meclise sunulan metnin üniversite hastanelerinde ve aile bakanlığına bağlı kurumlarda çalışan hekimler ile eczacı, hemşire, laborant, fizyoterapist, hastabakıcı, teknisyen gibi diğer sağlık çalışanlarını kapsamadığı anlaşılınca büyük infial oldu. Özelikle Sağlık-Sen’in ‘İş Bırakma Eylemi’ kararını açıklaması sonrası siyaset, bürokrasinin yaptırdığı hatayı anladı ve çözüm arayışına girdi. Önce diğer sağlık personeline de bir artış yapılması düşünüldü. Ancak hekim ve diş hekimlerine artış için öngörülen artış kalemlerinin, emeklilik sistemindeki tüm dengeleri bozacağı fark edilince daha detaylı çalışma yapmak üzere tasarı geri çekildi.

Sağlık Bakanlığı, Meclise sevketmeden önce tasarıyı Sağlık-Sen ile istişare etse idi, böylesi bir kriz yaşanmaz, bu kadar büyük kitleler Cumhurbaşkanımız karşıtlığında organize edilen bloka kanalize edilmezdi. Yani;

İstişare, istişare, istişare…

Dedi ki: “Ey ileri gelenler! Bana bu işimde düşüncenizi söyleyin. Sizin katılımınız olmadan kesin bir karar verecek değilim.” (27/Neml 32)