Sivil Toplum Kuruluşlarının Uyması Gereken Ahlakî Değerler

Musab Seyithan

Geçen haftaki yazımızda STK’ların fonksiyonlarına ve yürüttükleri hizmet alanlarına değinmiştik. Bu hafta da; “Bu kuruluşlar hizmet üretirken hangi ahlakî değerler doğrultusunda hareket etmelidirler” üzerinde duracağız.

Sivil Toplum Kuruluşları, seçtikleri alanda hizmet ortaya korken “İyilik ve takva üzere yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın(5/Maide:2) ayeti kerimesini şiar edinmelidirler. Birbirlerine çelme takma, karalama ve inhisarcı bir tavır ortaya koyma yoluna gitmemelidirler.

Herhangi bir STK’da yer alırken, inhisarcı ve bencil bir tavır sergileyemeyiz. Diğerkâm ve paylaşımcı olmak zorundayız. “Her şeyin iyisini biz yaparız veya bu işte biz olursak ancak sağlıklı sonuç elde ederiz. Ya da ancak bizim teşkilatın hizmetleri hak ve doğrudur, bizim dışımızdakiler yanlış ve bâtıl yoldadır” gibi bencil tavırlar ve inhisarcı anlayışlar, hem kendi içimizde, hem de diğer İslami hizmetlerdeki Müslüman kardeşlerimizle ilişkilerimizde soğuk rüzgârlar estirir. Kendilerini “vazgeçilmez” zannedenler ve kendileri olmadığında işlerin yere kapanacağını sananlar unutmasınlar ki, İslam davası, kişilere endeksli değildir. Rasûlullah (sav), ahirete irtihal edince, nasıl bu dava sahipsiz kalmamışsa, bu gün de kalmayacaktır, yarın da… Kendilerini vazgeçilmez sananlar, mezarlıklara baksınlar. Çünkü oralar vazgeçilmezlerle doludur.

Elbette kendi yaptığımız hizmetlerin daha iyi ve daha doğru olduğuna inanarak ve “anlaşan ruhlar” olarak bir araya gelmişizdir. Rasûlullah (sav): “Ruhlar da toplu cemaatlerdir. Onlardan birbiriyle tanışanlar, kaynaşır, tanışmayanlar ayrılırlar” diye buyurur. (Buhari, Enbiya, 2; Müslim, Birr, 159-160; Ebû Davud, Edeb, 16).

İşte İslam’a hizmet grupları da, ruhları anlaşan grupların birliktelikleridir. Aynı ruh dünyasına sahip insanlar, hizmette daha uyumludurlar. Anlaşamayan ruhlarda doku uyuşmazlığı olur ve bu da hizmetin önünü tıkar. İslam’ın genel çerçevesi içinde kalmak kayıt ve şartıyla, hizmetlerdeki bu farklılık gayet doğaldır. Bunlar renk tonu farklılıklarıdır. Her rengin kendine özgü güzellikleri vardır. Bize düşen bu güzelliklere gölge düşürecek enaniyet/bencillik ve haset yarışı içine girmemektir.

Bütün Müslümanlar, İslam ümmetini oluştururlar. Her hizmet grubu, ümmetin kendisi değil, bir parçasıdır. İşte kendini ümmet bütününün bir parçası gören hizmet grupları, kardeş gruplara karşı bencil ve inhisarcı bir tutum sergileyemeyecektir. O bilir ki, tevhid; itikâdî bütünlüğün karşılığı iken, şirk itikâdî parçalanmışlığın adıdır. Vahdet de, toplumsal bütünlüğü ifade eder. Tefrika ise sosyal parçalanmışlıktır, kin ve düşmanlık temeline dayanan ayrışmadır. Farklı yolları kullanarak hizmet üretmek ise, hayırda yarışmaktır, tefrika ile ilişkisi yoktur.

Kendilerinden başkasına tepeden bakan ve küçük çaplı da olsa hizmet sahibi olan Müslümanları yok sayan bir anlayış, inhisarcı bir anlayıştır. Hizmetin büyüğü-küçüğü olmaz. Kim için yapıldığı önemlidir. Her İslamî hizmetin kendine özgü değeri vardır. Bir kimse kalkıp da “koskoca bir tırın tekerinde bulunan ufacık supabın ne önemi var” diyebilir mi? Unutmayalım ki, o tır, tekerlekleri üzerinde hareket eder, tekerlekleri de supap ayakta tutar. Her İslamî grubun mutlaka birçok eksik yönü vardır. Bu eksik yönleri diğer gruplar tamamlar ve böylece hizmet bütünlüğüne ulaşılmış olur. Her hizmet grubu, başka hizmet gruplarını, kendilerinin eksiklerini tamamlayıcı olarak görmelidir. Aksi halde enaniyet batağına batmış olur.

Sonuç ve Değerlendirme: Toplumun yeniden inşa ve ihyasında sosyal, ekonomik ve siyasi olarak kalkınmak isteyen bir sosyal devlet, halkın sorunlarına çözüm ararken kendi ideolojilerini topluma dayatmaksızın, teşkilatlanabilen ve teşkilatlanamayan sosyal kesimlerin ihtiyaçlarını dikkate alarak STK’larla birlikte karar almalıdır. Çünkü özellikle sivil toplumun yoksul kesimlerin taleplerinin gerçekleştirilmesinde, politikaların uygulanması ve gerektiği yerde reformların yapılması konusunda daha başarılı oldukları görülmektedir. Özellikle günümüzde yaşanan ekonomik kriz ve toplumsal etkilerinin azaltılmasında STK’lara önemli sorumluluklar düşmektedir.

STK’lar da iyilikte yarışma prensibi doğrultusunda, inhisarcı ve bencil bir tavır takınmadan, kendi hizmetini yüceltip diğer STK’ların hizmetlerine tepeden bakan bir eda içinde olmadan hizmet üretmelidirler. Aslolan yapılan hizmetlerin büyüklüğü veya küçüklüğü değil, kim için yapıldığıdır. Vesselam.