Türkiye’nin hiç ‘sivil’ anayasası olmadı. Şimdiye kadar Türkiye’de yapılan anayasaların tamamı olağanüstü şartlarda ve halkı temsil etme kabiliyetine sahip olmayan kesimler eliyle yapıldı. Anayasal süreçler hiçbir zaman ‘rahat’ atlatılmadı. Belki korku, belki istikrar kaygısı, belki de baskıların tazyikiyle toplumsal düzenimizi yakından ilgilenen meseleleri sağlıklı bir şekilde tartışamadık. Yapım süreçlerinde ‘sivil’ görünümlü şahıslar önayak olsalar bile zihinleri özgür değildi.
Sivil anayasa özgürlükçü olmak zorundadır. Tarihsel olarak baktığımızda ‘sivil’ ve ‘özgürlük’ kavramları çoğu zaman eşanlamlı olarak kullanılırlar. Sivil olan özgür, özgür olansa sivil olur. Askerlik görevini yürütürken sarf edilen ‘ben sivildeyken’ türünden laflar aslında zımni olarak, belki de bilmeden doğru bir ilişkiye işaret eder. Bu nedenle sivil – özgür kavramları beraberce kullanılmayı gerektirir.
7 Haziran seçimlerinden sonra Türkiye yeni anayasasını, sivil toplum sözleşmesi mesabesindeki metnini akdetmek durumunda kalacak. Seçim döneminde, tartışılacak konular içinde anayasa mevzusu başta geliyor. Partiler yeni bir anayasa fikrine en azından açıktan karşı çıkamıyorlar. Toplum yeni anayasa istiyor. 2010 referandumu sonuçları bunun en bariz göstergesi. Belki partiler yeni anayasa fikrine karşı ayak sürüyebilir, yapmak istemeyebilirler ama bunu açıkça ilan edemiyorlar. Etmeleri akıl kârı değil de ondan.
Sivil anayasanın özgürlük-merkezli olacağını söyledik. Aksi halde, mevcut anayasa zaten o ‘boşluğu’ dolduruyor. Elinizdekiyle yetinirsiniz olur, biter. Ama olmuyor işte. 1982 Anayasası toplumu sürükleyemiyor. Toplumsal beklentilerin çok gerisinde hükümler ihtiva ediyor.
Anayasanın özgürlükçü olabilmesi, gücünü özgürlüğünden alan kesimleri sürece dâhil edebilmesine bağlı. Sivil toplum sivil destekle ayakta kalır. Sivil destekse, özgürlüğe inanan insanlara bağlı. Türkiye özgürlükleri uygulamaya koyabilecek esnek bir anayasa yapabilmelidir. Bu irade Yeni Türkiye fikrinin gerçekleştirilmesi için gerekli.
STK’ların anayasa yapımı aşamasında katkı sağlaması önemli, ama acaba onlar anayasa konusuna yeterince ilgili mi? Bilgili mi? Donanımlı mı? Sivil düşüncenin ilgisini çekecek, bilgilendirecek ve anayasa yapabilme potansiyelini geliştirecek tanıtım ve eğitim faaliyetleri yürütmenin bugün tam zamanı.
Konunun birinci derecede muhatabı hükümet, özellikle de İçişleri Bakanlığı. Dernekler Daire Başkanlığı bu bakanlık bünyesinde konumlandırılmış. Daire derneklerin amiri, vesayet makamı değil, dernek faaliyetlerinin hukuka uygun yürütülmesi için lojistik destek veren bir birim.
Ayrıca, TBMM de bu süreçte rol üstlenebilir. 2011 seçimleri sonrasında bu çatı altında oluşturulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmalarını sürdürürken TBMM başkanı kamuoyuna yaptığı açıklamalarla sivil toplum kuruluşlarını anayasa sürecine aktif destek vermeye davet etmişti. O günlerde tartışıldı ve geçti. Müşahhas netice alınamadı.
Ne yazık ki, yeni süreçten olumlu sonuç alınabilmesi için gerekli şartların hazır olduğunu iddia edebilecek durumda değiliz. TBMM yakın zamana kadar birtakım çalışmalar yürütmüştü, ama sonuç alınamadığını gördük. Yetkili makamlar Sivil Topluma dönük herhangi bir adım atmadılar.
Belli kuruluşların anayasa konusunda yeterliği bulunuyor olabilir. Özellikle de insan hakları konusuna odaklanan, temel hak ve özgürlüklerin korunması noktasında kendini görevli hisseden kuruluşlar potansiyel olarak bu nitelikleri taşıyabilirler.
Asıl ağırlık verilmesi gereken kesimler konuşmayanlar, konuşamayanlar, katılmayanlar, katılamayanlardır. Diğerleri zaten konuşuyor, zaten eleştiriyorlar. Konuşandan korkmamak gerekir. Konuşturmak için gerekli mekanizmayı hazırlamak belki birinci öncelikli meseledir.
Herhangi bir anayasa şu hususları düzenler: Devletin yapısı, nitelikleri, organları, organlar arası ilişkiler ve temel hak ve özgürlükler. Bunlardan bir kısmı teknik konuları düzenlediği için sivil toplumu ilgilendirmeyebilir. Mesela devletin organları, organlar arası ilişkiler gibi.
Ancak, devletin yapısı, nitelikleri ve temel hak ve özgürlükler en fazla tartışılması gereken konular. Bu hususlar ne kadar çok tartışılır, toplumun farklı kesimleri bu meselelere kafa yorarsa yeni anayasa o kadar sivil, o kadar katılımcı, o kadar da dinamik olabilir.
Anayasanın toplumsal sözleşme olup, olmadığını ancak bu şekilde test edebilirsiniz. Bir ‘milli mutabakat belgesi’ olması buna bağlıdır. Toplum oturur, tartışır ve bir karara varır. Milletçe bu ‘birlikte yaşama belgesini’ ortaya koyabilirsek, ileride çıkabilecek uyuşmazlıklara ve anlaşmazlıklara karşı bir ‘aşı’ da yapmış oluruz. Bugün ne kadar çok tartışırsak, anayasanın uygulanması aşamasında o kadar az sorunla karşılaşırız. Anlaşmayı yaparken kavga eder, kozlarımızı paylaşırsak uygulama safhasında o kadar az direnç görürüz.
Yetkililere ve partilere önerim sivil toplumu ihmal etmesinler. Kenarda, köşede kalmış görüş ve fikirleri sahaya, tartışma platformuna çeksinler. Sonra da ‘ya bugün konuş, ya da ebediyen sus’ deme hakkı ortaya çıkabilsin.
Anayasa meselesi çözülürken, Türkiye’nin kronikleşmiş hastalıklarına çözüm bulunup, muhtemel anlaşmazlıkların giderilebileceğini unutmamak lazım. Sivil vurgusu yapma nedenimiz de ondan. Resmi, kamusal, bağlı, memur, bürokrat gibi sıfatları haiz olanlar hep belli gözlüklerle değerlendirme yapmaya şartlanmışlar. Sivil olan bazen sınırları zorlayabilir, ama neticede toplumun hissiyatını yansıtır.
Anayasa meselesini unutmamalı, unutturmamalıyız.
Siyasal partilere seçim döneminde ilk sorumuz bu olmalı: Yeni bir anayasa yapacak mısınız? Nasıl bir anayasa istiyorsunuz?
‘Sivil’ anayasa yoksa oy da yok!