Hadi ilk baştan keskin bir sualle başlayalım; şu üniversite sınavını kaldıralım gitsin, ne kaybederiz? Hiç şüphem yok soruyu okuyan her okur, farklı bir cihetten cevap vermeye ehil hissediyor kendini. Kaldıralım gitsin diyenler kadar soruyu saçma bulanlar da olacak eminim.
Herkes biliyor eğitim mevzunu, herkes haberdar eğitim öğretim işinden. Bu, yeni bir durum da değil. Ya öğrenci idiniz ya öğrenci velisi ya öğretmen oldunuz ya okulda memur… Kaldı ki eğitim işi neslin sonraki nesle doğal olarak aktardığı bir süreç işi. Demem o ki eğitim öğretime dair az ya da çok eğrisiyle doğrusuyla fikir sahibi insanlarız. Binaenaleyh bilmiş olmak da zarar yok lakin bildiğimiz şeyin tek ve sapmaz doğru olduğuna saplanıp kalmak problem…
Haydi, soruya dönelim; üniversite sınavını kaldıralım gitsin, ne kaybederiz? Soruya ikinci bir sualle karşılık versek; ne kazanırız? Yükseköğretim Kurumlar Sınavına 3.000.000’dan fazla (yazıyla üç milyon) aday giriyor. Kaldırsak bu üç milyon kişiye ne deriz kaldırmasak ne?
İroni yaptığım doğrudur, ironinin kendisi de doğru bence. Misal; sınav olmasa adayları nasıl eleriz? Karşılık olarak; sınav tam bir ölçme sağlıyor mu? Bir soruyu yanlış yaptı diye tıp fakültesine gidemeyip mühendislik fakültesine gidecek olmak…
Her bir ferdin bir ülkede üniversite okumuş olması kaçınılmaz bir mecburiyet midir? Üniversiteler iş edinebilmenin tek yolu ve tek çaresi midir? Bir ülkenin yetişmiş ve yetkin bireyleri olması üniversite yoksa hayal midir?
Üniversiteden mezun ve bir alanda yetişmiş bireyin, mutlu olup kendini değerli hissettiği, değer kattığı, değerlendiği bir toplum yapısı ancak ve ancak sınavla mı tespit edilebilir?
Kimine göre gereksiz kimine göre başka çıkar yol yok… Üniversite sınavına bakışımız bu iki keskin çizgi arasına sıkışıp kalmış durumda. Bilgi üretmesi gereken, bilimsel veriler ortaya koyması beklenen, felsefe yapması beklenen kurumların salt meslek kapısı olarak görülmesi, daha baştan sınav hakkında “acaba” sorularını zihne getirmiyor mu?
Öte yandan, öğretirken eğitmeyi de başarabilmenin mutlak lüzumu ve önemini biliyor oluşumuz konuyu çok yönlü ve büyük boyutlara taşıyor. Temel değer yargıları, estetik ilkeler, insani ilişkiler, vatan millet sevgisi, vicdani sorumluluklar, ahlaki prensipler ve dahası… Tüm bunları hangi eğitim aşamasında verecek ve hani sınavda soracağız? Evet, farkındayım buna dönük bir sınav sistemi yok. Oysa bir iki soruyla binlerce öğrencinin gerisinde kalıp üniversiteye giremeyen kişinin diğerlerinden daha mı az çaba harcadığını varsayıyor ve senden olmaz deyip geri çeviriyoruz.
Şimdi bir okur kalkıp hadi seç o zaman diyebilir, diğeri karşı çıkıp bu kadar zorlamaya gerek var mı da der. Okullarda öğretilen, müfredatta olan ama hiç soru çıkmayan derslere tümden karşı olanlar da var, bedensel, zihinsel, sanatsal gelişme yoksa birey yetişmez diyen de.
Velhasıl çetin mevzu azizim. Hatta şimdi bir dostumuz kalkıp “hayatın kendisi bir sınav, bu ne ki” dese susar kalırız doğrusu.
Umarım bugünlerde sınava giren gençler bu vaziyeti çözecek şekilde yetişir de yaptığı işi seven, mutlu olan ve kendini başarabilen bireyler, ait olduğu bu ülkeyle birlikte bizleri de mesut ve mutlu ederler.