Şimdi Kime Küseyim?
Tarifi zor küskünlükler yaşıyoruz, adını koyamadığımız kırgınlıklar var heybemizde. Nereye ait olduğunu sorgulayanlar eksildi hayatımızdan, ait olduğu yeri değil her hâlükârda taltif edildiği yeri tercih ediyor zamane insanı.
Hoş görmek erdemini “görmezden gelmek” çıkarcılığı ile karıştıranlar, kurdukları ilişkilerin hep kendine göre ve kendince devam etmesini arzuluyor. Merkezde olmayı ve diğerlerinin kendi çevresinde pervane olmasını büyük bir haz kaynağı olarak görenler küçük bir anlaşmazlık karşısında meseleyi halletmek ve çözmek yerine, küsüp gitmeyi yeğliyor. Daha sığ ve hesap ederek kurulan arkadaşlıklarsa, dostluk ve muhabbet seviyesine çıkamıyor.
Maraz çıkarmaya sebep arıyor birileri hem de yoktan yere. Yan yana gelip karşıya bakmak yerine karşıya geçip karşımızda durmak kimisi için daha sevimli nedense! Kırgınlıklarımızı toplayınca tedaviye muhtaç çokça gönül taşıdığımızı kim inkâr edebilir?
Gel de hele bir dertleşelim cümlesindeki “dertleşme” eylemi ancak iki yüreğin birbirini anlaması ile mümkün. Dinlemekle başlıyor dertleşmek ve konuşmaktan daha mühim oluyor. Derdini dinlerken bir dostun biraz da kendimizi buluyoruz onun anlatışında. Ondan ya da benden değil bizden bahsetmiş oluyoruz.
Gün geçtikçe dertleştiğiniz vakitler, dertleşmeye çağırdığınız isimler ve yüzler azalıyor mu? Size tahammül edemiyor değil mi eskisi kadar arkadaşınız, ne oldu da çağırmıyor sizi artık kapı komşunuz, düne kadar selam verdiğiniz bakkala neden uğramaz oldunuz? Çekilip gidiyorlar hayatımızdan biz farkında olmadan? Yoksa siz mi sebepsiniz; daha bencil, daha içinize dönük, tahammülsüz ve belki de çok da ihtiyacım yok kararında… Dönüp bakınca belki bizden sebep belki ondan neşet, çokça insan çıkıp gitmiş hatıralardan.
Sevdiğine kırılır derler eskiler, gönül koyar belki, haydi küser de kimi zaman o da geçmez üç günü. Olduğu gibi kabul ettiğimiz gönül dostları bizi de biz olduğumuz için seviyor olmalı. Bu böyledir de içimize dert olan nice mesele var dile gelmeyen… Istırap veren çokça kavga var gönül yurdunda, desem yük olur demesem dert içimize…
Yazamadığımız şiire, söyleyemediğimiz türküye, haykıramadığımız gökyüzüne darılmış olmanın da ihtimal olduğunu kime nasıl izah edelim? Gördüğümüz nakıs ve mazarrat işlere surat asma hakkımızı niye kullanamıyoruz? İnsan harcamak üzere kurulu mekanizma ve ben bu mekanizmanın bir vidası, dişlinin bir çarkı olmak istemediğimi kime hangi lisanla diyeyim şimdi?
Şu yabancı düşmek misal çağın düzenine, oluğum bu yere ait değilim hissine kapılmak. Kendini tüketen dünyanın “ben yapmadım, o yaptı” kaçamağına saklanan vatandaşı olmak… Derinliğini kaybetmiş sözün kalbe ulaşmayan postacısı olmak… Daha çok kazanmak uğruna verilen savaşların nesnesi olmak. Bir istatistikte veri, kalabalıklar arasında rakamlarla ifade edilen insan olmak… Hepsine küsmek geliyor içimden. Küsmek tamam da haberi olmuyor kimsenin azizim. O değil de gönül kendine küserse…