Ceketimi alıp şehri terk etmek de bir ihtimal azizim. Sırtımda harcanmış bir ömrün son demleri, yüreğimde ince bir ürperti, yarım bırakılmış bir vuslat hikâyesi…
Çocuktum ya bir zamanlar, biraz afacan biraz hoyrat, muhtemel yaramazlıklarım da olmuştur. Çokça kaçardım evden dönmemek üzere, kızardım, ceza verirdim güya yokluğumla, koşardım bilmeden yönümü ve babamın kollarında bulurdum kendimi kaybolunca yeniden. Şimdi öyle ha deyince kaçılmıyor mahalleden; cesaretim olmadığından değil, mekân dar azizim dünya dar. Babam arayıp bulunca sevinç oluyordu, mutluluk oluyordu. Şimdi kimse babam gibi aramıyor beni.
Serde şairlik var, ilk gençlik yılları, sığmıyoruz kentin sokaklarına, bıraksalar ihtilal yapacak cesaret var kanımızda. Üçer beşer çıkıyoruz merdivenleri, gece uyumuyor, gündüz eve uğramıyoruz. Yazıyoruz, çiziyoruz, sözle dikiliyoruz karşına hayatın, şiirle ilan ediyoruz en karasını sevdanın. En kesif en şedit tartışmaları babamla yaptım ben. Babamla başladım söylev vermeye. Ne çok dinledi, ne çok baktı uzun uzun gözlerime. Uzatmazdı lafı, eğip bükmezdi, kıyamazdı muhtemel. En fazla üç cümle kurar, “paşam” deyip bitirirdi sözü ve üzerine kelam edilmezdi, gerek de kalmazdı.
Kâh gurur duydu benle kâh tebessüm etti öfkelerime derinden. Hangi yaşındayım şimdi babamın o tebessümünü anladığım? Babam gibi kimse öyle derin öyle manidar tebessüm etmiyor neden?
İş güç, ev bark derken yaşamak denen o gaile çabuk çözüp, tez çökertti serdeki şairliği. Şiir küstü azizim, korkularımız çoğaldı, tedirginlikler sardı etrafımızı. Kaygılarımız değişti de bir babamın bakışı değişmedi. Yine dinledi beni yine dertlendi benle. Ha bugün ha yarın derken, şöyle gönlümüzce baba-oğul hasbihal edemeden, daha köydeki evde bir gece geçiremeden tükendi ömür sermayesi… Doyamadık vesselam.
Onu diyordum ya; şimdi babam olsaydı içine düştüğüm bu karamsarlığın böyle karabasan gibi üzerime çöküp kalmasına izin vermezdi. Geriye bakıp nedamet duymadan çıktığım bu kaçışın nerede nihayete ereceğini bilirdi. Yahu hiç olmadı kalkar iki bardak çay demler, benle içerdi demli ve dertli. Çayı hâlâ şekerli içiyorum baba, tadına bakmadan tuz atıyorum çorbaya, merak etme başlamadım tütüne.
Babam da uyumazdı geceleri, uyumazmış daha doğrusu. Geç öğrendik biz, hissettirmedi çektiği ıstırabın sebebini, anneme de söyletmemiş. Atalık böyle miymiş? Kendi sesimde duyuyorum babamın sesini bazen, gecelerimi ona benzetiyorum; yalnız, sessiz ve çaresiz. Sevmezdi babam “çaresiz” sözünü, derdi veren dermanın da sahibidir derdi, derviş miydin be adam?
Neye kafa tuttuysak, imtihan oldu bize baba. Bir insanı incitmeden ve incinmeden nasıl çıkılır bir kavganın içinden? Çekip gitmek mi revadır, kalıp kahretmek mi? Hepsi tamam da şu anlatamadığım rüyaların tabiri kimde acaba? Harcanmış bir ömrün bakiyesini kim hesaplardı sahi, kim tutardı bu haciz defterini? Sen de bilirsin değil mi gelmez bu suallerin sonu ve hep asılı kalır havada öyle beyhude cümleler gibi… Diyorum duyulmuyor, susuyorum kalp razı değil. O değil de söz mü ağır, susmak mı baba?
Çokça yük varmış sırtında babamın, ben varmışım mesela… Şimdi babam olsaydı, elini omzuma koyar bir de sarılırdı sıkıca.