Dağlım, umudum…
Hayalin hakikat olmasını hesaba katmamış olmalıyım ki şaşırmış bir vaziyette, durup durup gülüyor, nasıl sevineceğimi bilemiyorum. Dargındın ses verdin, küsmüştün konuştun; susmuştun, nasılsın diye sordun. Yazdın. Şimdi ben sana ne yazacağım?
“Kalbime arkadaşlık etmiş olan, yorulmak bilmeyen bir sevgi ile bana bağlılık göstermekten bir an geri durmayan bu kalbi kırmıştım.”[1] Susmuştun ve hürdüm! “Hürdüm gerçekten ancak kimse beni sevmemekteydi. Herkes için bir yabancı haline gelmiştim.”[2] Kendimi inandığım şeylere ihanet etmişim gibi hissediyor, hüznümden uzaklaşmak için, gidip bilmediğim bir kentin girişinde, bir caminin avlusunda uyumayı istiyordum.
Kaç kez adını bilmediğim bir denizi, berrak gökyüzü ile yıldızlı geceleri seninle paylaştığımı düşündüm. Biliyor musun? Yokluğunda denize hep hüzünle baktım.
Kalbimden uzaklaştım ve kendimi kaybettim. Savruluyordum. Parlak ve gel-geç olanın peşine düştüm, şaşırdım, üzüldüm ve yalnız kaldım. Oysaki ben; seni gördüğüm andan beri dünyanın en bahtiyar insanıyım, Dağlım.
Suskunluğuna her seferinde farklı manalar yüklüyor, avutucu nedenlere korkarak sarılmaya devam etsem de bir yanımla “dünyanın bütün mutluluklarına veda ediyormuş gibi hissediyordum.“[3]
“Nereye gidersek gidelim, ne yaparsak yapalım, mutluluk oracıktadır, elimizin altında, baktığımız yerde, mutluluk çok basittir: gündüzün getirdiklerinin geceye katkısıyla yetinmeyi öğrenmektir, hazinenin anahtarı şurada, göğüs kafesinin içinde, kalbin attığı yerde olduğunu bilmektir.”[4]
Ömrümce ardına düştüğüm, aradığım, yanıldığım, hissedişle, yanılışlarla, buldum zannettikçe kaybettiğim ancak umudumu kaybetmediğimdi aşk.
Her şey yaşanıyor, zaman içinde manası azalıyor, değeri artıyor, şekil değiştiriyor, alışkanlığa dönüşüyordu. İnsan dönüşüyor, değişiyor, gelişiyordu. Düşüyor, kalkıyor ve yürümeye devam ediyorduk. Her şeyden ve hepsinden vazgeçen insanın vazgeçemediği yalnızca merhamet kalıyordu. Merhamet; bir insana sığınma isteği!
İnsan arayıştır. Şikâyet değil, arayış. Arayan da yaralanır!
Bazen onca yaramıza rağmen elimizi tutup bize şifa olacak insan da yoktur ya da ulaşılamayacak kadar uzaktadır! Bir el lazımdır, bir sıcaklık, bir güç. Bazen iyileşmeyecek yaralar alıp kaybolduğumu düşünsem de merhametli bakışların gönlüme sızıyor, beni iyi ediyordu. Hatırlıyorum, bir gün şöyle demiştin: “Eğer benim elim sana tesir etmiyorsa, seni avucuna almış başka biri var demektir.”[5] Seni ve ellerini özledim Dağlım.
Zaman ne denli hızlı geçiyor ve ne hüzünlü. Bir sepetten suyun dökülmesi gibi…
Aşk ölümden, yaşamak yalnızlıktan kuvvetlidir. Ölüm gölgemiz kadar yakın, ölüm gerçek. Ancak yaşadıkça, yaşamaya dair umudumuz olmalı değil midir? Ki sen umut değil misin? “Yaşayan” insanların az olması doğru olsa da senin “yaşadığını” biliyorum. Yaşamalısın…
Kendimiz için acı çekmekten fırsat bulabilsek, bir başkasının acısına dua verebileceğiz. Her kurduğum olumsuz cümle, gerçekte bitkin düşürüyor beni. Ruhumuzu hangi limana çekelim ki ya sussun ya hayır söylesin. “Asıl olan kelimeler değil duygulardır ve onlar hangi dille dile gelirse gelsin değişmiyor,”[6] Dağlım.
Gündüz olunca seni yeniden görebilmek ihtimalim oldukça yaşamanın yorgunluğunu çekilir buluyorum.
İnsan dönüp dolaşıyor da bir insanın kendini beklediğini bilmek istiyor, kimsenin beklemediği biri olmak ne büyük yalnızlık. Yalnız değilim!
İnsanın sevdiğine sarılması olsa olsa ilkbahar olur, ilkbahar yakın olsun Dağlım.
Adın, Dağlım sözcüğü, saflığın, vefanın ve yürek temizliğinin katıksız anlatımıydı.
Elbet bir gün, hayatın yalnızca umut ve merhamet olduğu, uzaklarda bir yere gideceğiz.
Seni seviyorum, Allah’ta bunu duydu!
Özellikle ve hassaten Hatice Bildirici Hanımefendi’ye teşekkür ediyorum. İnsan, yaşı kaç olursa olsun öğreniyor. Şimdiye kadar yazdığım yazılarda, yaptığım alıntıları tırnak içine almayı yeterli görürdüm. Sağ olsun Hatice Hoca’m, bana olması gerekeni öğretti. Kendisine müteşekkirim.