Gençlik tatlı bir rüya, güzel bir düşmüş
Bilemezsin gülün nasıl solduğunu
Hastalarda, ihtiyarlarda gördüm
Ölümün de bir nimet olduğunu!
Hasta birinin gözünden damladım
Yiyemiyordu o her bulduğunu
Bir ihtiyarın sözünden anladım
Ölümün de bir nimet olduğunu!
Akar gider hayat, sel gibi böyle
Kimse istemez ömrün dolduğunu
Ama sen yine de aksini söyle
Ölümün de bir nimet olduğunu
Kimi zamansız, kimi de geç vakit
Her canlının bu sesi duyduğunu
Dinle! Haykırıyorum, sen de işit
Ölümün de bir nimet olduğunu!
Seksenli yılların ikinci yarısıydı. Her zaman ki gibi dükkânda oturuyordum. Sıcak bir yaz günüydü ve vakit öğleye yaklaşıyordu. Karşı kaldırımın kenarına bir dolmuş minibüs durdu, hareket edip uzaklaşınca yaşlı bir çift göründü yolun kenarında. Kadın seksenli yaşlarında görünüyordu ama dinçti. Adam ise doksanı devirmişti. Eğer hatıraların fotoğrafını çekecek bir teknoloji geliştirilmiş olsaydı onların fotoğrafını çeker önünüze bırakabilirdim, o kadar net hatırlıyorum, kıyafetlerini, yüzlerini ve de o durağan hallerini.
Yaşlı kadının üzerinde haki yeşili, o zamana uygun boydan bir elbise, omuzunda beyaz bir şal vardı. Adamın elinden tutuyordu. Adamın üstündeki takım elbise ise kahverengi tonlarındaydı. Takım elbiseye ait iç yeleğinin cebinde bulunan köstekli saatin zinciri sallanıp duruyordu. Aslında sallanan sadece o zincir de değildi. Yaşlı adam o zamanlar pek de bilmediğimiz Parkinson hastasıydı belli ki, her tarafı titriyor, zor adım atıyor çok ağır hareket ediyordu. Eşi elini bir an bile bırakmıyor, onu yolun bulundukları tarafından benim bulunduğum tarafa geçirmeye çalışıyordu. Her adımı büyük bir çaba istiyor, her nefesi ayrı bir dert oluyordu adamcağıza.
Yolu güç bela yarıladılar. Önlerinden arkalarından at arabaları, bisikletler, motosikletler ve tek tük de olsa taksiler kamyonlar geçiyordu. Uzunca bir zamandan sonra nihayet benim bulunduğum dükkânın bulunduğu sokağın ağzına kadar geldiler. Adam çok yorgun görünüyordu ama kadın yolu geçmenin rahatlığını yüzünden yansıtıyordu, bir oh çekti ve artık daha yavaş hareketlerle sokağın içinde bulunan akrabalarının evine doğru yol aldılar.
Bu manzaranın beni çok etkilediğini hatırlıyorum. Onlar karşıdan bu tarafa geçinceye kadar ben de oturduğum yerde terlemiştim. “ ölüm de bir nimetmiş “ dedim kendi kendime. Şiir yazmaya başladığım ilk yıllardı. Yukardaki Acı da Olsa adlı şiiri o gün yazmıştım.
Pencereden sokağı seyrederken
Dalarım seni görünce beyamca
Bana dönüp bir selam verirken
İçim ağlar, sen gülünce beyamca
Kederi okudum senin gözünde
Seni aradım kırışan yüzünde
Yok, mutluluk yılların izinde
Böyle mi olur sevince beyamca?
Gezmişsin yıllar boyu gurbette
Ömür tüketmişsin uzak ellerde
Okunur olmuş aşkın hep dillerde
Yaralısın sen derince beyamca
Hasaniyim yok bu dünyada vefa
Yüklenmiş insanoğlu binbir cefa
Gülecekken ecel vurur bu defa
Biter derdimiz ölünce beyamca
Aynı yıllar. Dedim ya şiir yazmaya yeni başlamışım. Şair olduğumu öğrensinler diye olsa gerek, dükkânın boş bir duvarına bir şiirimi astım. Abdulkadir amcayı o günlerde tanıdım. dükkanın önünden geçerken selamlaşırdık, arada da dükkâna girer bir şeyler alır, halimi hatırımı sorar, havadan sudan konuşurduk. Duvara astığım şiiri okuduğunu da hiç fark etmedim. Bir gün bir dosya kağıdı satın aldı ve oturup o şiiri yazdı, bana bir şey söylemeden çıktı gitti. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum yine bir gün koltuğunun altında bir gazeteyle dükkanın kapısından içeri girdi. Koltuğunun altındaki gazeteyi önüme koydu, bu şehrimizin değerli gazetelerinden biriydi. Sonra sayfalarını özenle açtı, bir sayfada durdu ve “ bak “ dedi, “ tanıdın mı bu şiiri? “ benim duvardaki şiirimdi ve altında da ismim yazıyordu. Ne hissettiğimi, nasıl duygulandığımı, ne kadar sevindiğimi anlatamam. Benim yayınlanan ilk şiirimdi bu.
Sonra Abdulkadir amcayla daha çok sohbet etmeye, onun hatıralarına, umutlarına, hayattan beklentilerine şahit olmaya başladım. İçli, sevgi dolu, çileli bir adamdı karşımdaki bütün insanlar gibi. Sonra ne oldu? Nasıl oldu? Bilmiyorum Abdulkadir amca görünmez oldu, gelmez oldu. Beyamca isimli şiiri onun için yazmıştım ve ilk kitabımda Abdulkadir Tatlınar’a diye de kendisine ithaf etmiştim. Sonralardan duydum ki Beyamcam vefat etmiş. Allah yattığı yeri nur etsin.
Sevgiyle kalın.