Şiir Şöleni notları

Hasan Ukdem

Karatay Belediyesi ve Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nin birlikte düzenledikleri ve 11 yıldır devam eden Mevlâna Şiir Şöleni pandemi arasından sonra 14 Ağustos Cumartesi günü Mevlâna Gül Bahçesi’nde yapıldı. Şiirin yaşatıldığı her yere gittiğim gibi buraya da büyük bir sevinçle gittim. Selçukya şairlerimiz Tayyar Yıldırım, Yakup Çak ve Derviş Ahmet Şahin ile birlikte programı takip ettik. Öncelikle Karatay Belediye Başkanı Hasan Kılca ile TYB Konya şubesi başkanı Ahmet Köseoğlu’na böylesi önemli bir organizasyonu gerçekleştirdikleri için teşekkür ederim. Ülke ve dünya olarak zor zamanlar yaşadığımız bu günlerde gerçekten ilaç gibi geldi bu şiir şöleni.

Protokol konuşmalarında TYB onursal başkanı Mehmet Doğan’ın konuşması şiirler kadar güzel ve etkiliydi. Diğer konuşmacılar da şiirin ve şehrin hakkını verdiler. Ve bu konuşmaların ardından şairler sırayla kürsüye gelip şiirlerini okumaya başladılar. Doğal olarak bazı şiirler ve bazı şairler öne çıktı. Yalnız benim dikkatimi çeken bir şey vardı; belki de ilk defa bütün şairler modern şiirden örneklerle karşımızdaydı. Benim modern şiire ve bu tarzda yazan şair arkadaşlara hiçbir itirazım yok. Ama şiir denince ve de Mevlana’nın manevi huzurunda gerçekleşen bir şiir şöleni olunca hece şiirinin, klasik tarz şiirin de hiç değilse birkaç temsilini görmek isterdim. Mesela keşke programın sunucusu Ali Bektaş da şairler listesinde olsaydı. O güzel sesiyle heceyi, aruzu okuyup kafiyeleri şahlandırıp bizleri mest etseydi. 

Necip Fazıl Kısakürek’in, Faruk Nafiz Çamlıbel’in, Ahmet Haşim’in, Abdürrahim Karakoç’un, Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirlerinin bu kadar kolay vazgeçilecek bir şiir damarı olduğunu düşünmüyorum. Şiirde bütün kuralları reddederek yazan şairleri anlıyorum, kabul ediyorum, onaylıyorum. Ancak bir de geçmişimizin izinden gidenleri, heceyi, kafiyeyi hatta aruzu kullanan şairlerimizin de yok sayılmasını yadırgadığımı belirtmek zorundayım. Mona Rosa siyah güller, ak güller mısralarını, Ben sana mecburum, sen yoksun söyleyişini, Lambada titreyen alev üşüyor harikuladeliğini, Arabacının dudağındaki ıslığın melodisini, Çoban çeşmesinin çağrışımlarını, Kaldırımlara düşen gölgelerin yankısını ve nice ölümsüz mısraların yanında dolaşan, onları zorlayan yepyeni söyleyişleri duyabilseydik keşke o güzel gecede. 

Bugün gençlerin şiire mesafeli durduğunu söylüyorlar. Bunun sebebi nedir, nerden kaynaklanıyor araştırılması lazım. Orada toplanan ve sayıları da azımsanmayacak oranda bir şiirsever kitle vardı. Şiirler okunurken zaman zaman o insanların yüzüne baktım ve anlamakta güçlük çektiklerini, havaya giremediklerini gördüm. Oysa geçen senelerde bu programlara katılan Ahmet Efe, Bestami Yazgan, Nurullah Genç gibi heceyi kullanan şairlerimiz şiirlerini okurken birçok şiirseverin yüzleri şiirin ahengine göre şekil alıyordu. Zaman zaman yaz gecesinin ılık rüzgarında buğday başakları gibi ürperiyorlardı. Şiir halktan kopmamalı, şiir musikiye yaklaşmalı, şiir kalplerin kapısını sonuna kadar açma becerisini göstermeli. Edebiyat dergilerine hapsolmuş şiirin yanına, genci yaşlısıyla halkın ezberlediği şiirler de vitrindeki yerini almalı. Eğer bu yüzyılda Gülü İncitme Gönül şiirinin altına Yunus şiiri yazılıp yayınlanıyor ve bunu kimse yadırgamıyorsa ve de bu şiir günümüz şairi Bestami Yazgan’a aitse demek ki geleneksel şiirimiz bugün de yaşıyor, yaşatılıyor. Bunu da kimsenin yadsımaya hakkı yok. 

Burada kimseyi suçlamıyorum. Belki bu yıl böyle denk düşmüştür, belki bu durum gözden kaçmıştır. Ben sadece yıllarını şiir yazmaya, şiir okumaya ve de şiir dinlemeye vermiş biri olarak gördüğümü yazıyorum. Bu şehirde şiir olmalı, bu şehirde gelenek yaşamalı, bu şehirden şairler çıkmalı ve bu şehrin sesi olmalı. Bunun için çalışan bütün başkanlara, müdürlere, memurlara teşekkür etmek boynumuzun borcudur. Bu programları yapmak kolay bir iş değildir. Eleştirmek ise kolaydır. Ancak gördüğümüzü söylemez, yazmaz, susarsak bu da işin kolayına kaçmak olur. Olumlu her eleştiri devam eden bir şeyi daha da gürleştirir, güzelleştirir. Biz gördüğümüzü söyleyelim, gerisini yetkililere bırakalım. Hayat şiirce güzel olsun.

Unutmayalım ki ot kökünün üstünde büyür, geçmişi unutursak bugünün mültecisi oluruz. Yahya Kemal “biz ölülerimizle yaşayan bir milletiz” derken bunu söylüyordu dünyaya ve bize. Bu şehirde sanata kim hizmet ederse biz onun yanındayız. Kimsenin yoluna taş olmayız. Ancak doğru bildiklerimizi de söylemekle mükellefiz. Bakışımız güzele, gayretimiz hakkadır.

Sevgiyle kalın.