Sezai Karakoç vefat etti. Bu haftaki yazımız aslında burada bitse olur. Susmak, sessizce bekleyip yasını tutmak gerekir. Sezai Karakoç’un ülkemiz, İslam dünyası için önemi, duruşu hakkında çok şey yazıldı, söylendi. Ülkemizi, milletimizi, ümmeti bir binaya benzetecek olursak temelimizden sarsıldık, taşıyıcı kolanlarımızdan birisi çöktü. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun…
Bizde genellikle insana değeri öldükten sonra verilir. Sezai Beyin ölümünün ardından eserleri yeniden hatırlandı. Bir kısım insan Sezai Karakoç yaşıyor muydu diye sorarken, gençler merak edip kim olduğunu öğrendi. Öyle artistlik falan yapacak değilim. Sezai Karakoç’un eserleri arasından okuduklarım çok az. Bazı yazarları okumayı zamana bırakıyorum. Gündelik hayatın telaşesinde, karışık, yorgun kafa ile okunmayacak yazarlar vardır. Benim için Sezai Karakoç da bu isimler arasında yer alıyor. Sezai Karakoç’un varlığı bile bu ülkenin bereketlenmesi, gelecek adına ümitvar olmamız için yeterliydi.
Diriliş felsefesi, geçmişten günümüze yaptığı siyasi tahliller, ön görüleri hakkında benzer şeyleri tekrar etmenin bir anlamı yok. 88 yaşında bile dinç bir dimağ ile ayakta, dimdik emaneti sahibine teslim etti. Sezai Beyin kimseye eyvallahı yoktu. Bunu da hiçbir zaman kibirle, kendini beğenmiş bir edayla yapmadı. Her zaman bir duruşu vardı. Bu dünyanın insanı değildi. Ortalama bir insanın değer yargılarıyla anlayabileceği bir isim olmadı. İstese çok rahat kalabalıkları peşine takıp şöhretinin keyfini sürebilirdi ama bunu eminiz ki aklının ucundan bile geçirmemiştir.
Bir ölümün ardından yazmak çok zor. Hele ki ölen Türk Edebiyatının yaşayan en büyük ismi, şairliğinin yanı sıra bir fikir adamı, siyasetçi demek istemiyorum çünkü bizim mecliste, meydanlarda gördüklerimize siyasetçi diyorsak Sezai Beye siyasetçi deyip, onlarla aynı sınıfa koymak haksızlık olur. Sezai Karakoç’un ardından sosyal medyadaki üç-beş şerefsizin dışında olumsuz yorum yapan olmadı. Onları da kendi lağımlarında baş başa bırakmak lazım. Sezai Bey ile ilgili çok iyi yazılar yazıldı. Bir şairin ardından en iyi yorumu yine bir şair yapar diye düşünüyorum.
Şair İsmail Kılıçarslan’ın satırları Sezai Karakoç’un nasıl Sezai Karakoç olduğunu özetliyor; “Dünyanın kendisine hiçbir şey yapamadığı, dünyadan da hiçbir şey talep etmeyen insanlar böylece uyandıklarında iki şey oluyor insanın kalbine. Birincisi, dünyanın tenhalaştığını hissediyorsunuz. Bu hüznü getiriyor beraberinde. Sezai Bey’in burada, bu dünyada, aramızda, insanların hizasında yaşıyor olmasının oluşturduğu güven hissi ve güvenlik alanı birden kayboluyor çünkü. ‘Artık Sezai Bey burada değil, aramızda değil, ne yapacağız?’ sorusuyla baş başa kalıyorsunuz.İkincisi ise, o uyanışın sahibi adına seviniyorsunuz. Sadece bir adım atarak ötelere, ötelerin ötesine gittiğini biliyorsunuz. Mutlu, mesut, mutmain olduğunu hissediyorsunuz. Bu da size bir sevinç getiriyor beraberinde.”
Her insan bir gün fâni dünyadan ayrılacak bunu biliyoruz. Yine de üzülmemek elde değil. Tek temennimiz Sezai Beyin vefatı diriliş felsefesinin yeniden doğmasına vesile olmasıdır. Siyasetçilerimiz başta olmak üzere toplumun her kesimi özellikle de gençlerimiz Sezai Beye kulak vermeli. Onu üniversitede aşık olduğu kıza şiir yazan şair parantezine almaya çalışanlara inat bunu başarmalıyız. Diğer türlü birkaç haftalık bir anmanın ardından Sezai Beyi tarihin tozlu raflarına kaldıracak olursak kaybeden sadece biz oluruz.
Bazı ölümler beni daha derinden üzmüştür. Sanki bir tanığım, akrabam ölmüş gibi olmuşumdur. Sezai Karakoç’da o isimlerin arasında yerini aldı. İlk başta aklıma gelen isimler rahmetli Erbakan Hoca, Muhsin Yazıcıoğlu, Ömer Lütfi Mete, Ahmet Kekeç. Sezai Beye Allah’tan rahmet dilerken, İsmet Özel ve Mustafa Kutlu’ya ise uzun, bereketli ömürler vermesini niyaz edelim. Tekrar başımız sağ olsun…