"Sevmişem Ben Seni"

İbrahim Çolak

Dalda eğreti duran yapraklara benziyor sensiz geçen günlerim. Karanlık geceyi geride tutan pencereye dalmış oturuyorum. Yanımda özlüyordum, şimdi türküler kadar içli bir uzaklıktasın. Geleni gideni olmayan, okyanus ortasında kalmış, ıssız bir adaya benziyor kalbim. Ne korkum kaldı, ne beklentim; hasretim derin bir kuyuya düşmüş. Kaybettim, gözyaşlarıma sığınıyorum yalnızca. Geceyi sabaha bağlarken, seni özlerken, Ankara’nın adını ve çıkışlarını bilmediğim sokaklarında kendimi ararken ezanlar okunuyor, ezanlar tutuyor gönlümden. Gözyaşlarıma sığınıyorum. İnceliyor, ipincecik oluyor gönlüm. Kendim duyacak kadar bir sesle gönlüne sesleniyorum: “Sevmişem ben seni.”

Yorgunum. Kendimden yorgunum. Bir senin sesini özlüyorum. Bir senin sesini. Kim dinlendirir beni, senden ve topraktan başka? Mahcup, hatalı ve dermansızım.  Hani şarkıda geçtiği gibi: “ Sabaha kalmadan affet, tam ayrıldık derken…” Affet beni! Kelebek hafifliği olmak ister ve avuçlarına çiçekler doldurmak isterken yorgunluk oldum, hüzün oldum, kahır oldum,  gündüz kaybettiğin, geceleri beklediğin oldum. “Çocukluğunu atlatıp da iyileşen var mı hiç?” Çocukluğum sende kaldı. Çocukluğum ki gökyüzü kadar geniş, çocukluğum ki masmaviydi. Çocukluğumu yeniden ve seninle yaşamak istiyorum. İnceliyor, ipincecik oluyor gönlüm. Kendim duyacak kadar bir sesle gönlüne sesleniyorum: “Sevmişem ben seni.”

Cümlelerim, neşem, sesim, hüznüm, boğucu bir sessizliğin içine düşmüş gibi. Nasıl çıkacağımı bilmiyorum. Uyuşmuş gibiyim. Üst üste içtiğim sigaralar tazelemiyor umudumu. Bir cümlenin peşine takılıp sabahtan akşama aynı türküyü dinliyorum. Saklıyor ve gizliyorum. Türküdeki gibi: “Sevdam dönersun diye, sol yanumi boş koydum.” Sol yanım ve geleceğim bomboş. Sana sevdiğimi söylemiş ve buna kendimi inandırmış değilim. Sevildim. Bildim. Geri gelsin içtenliğin. Elimde mucizeyle bulduğum çok nadir, bitkin ve uçup gidecek bir kuş tutuyorum. İnceliyor, ipincecik oluyor gönlüm. Kendim duyacak kadar bir sesle gönlüne sesleniyorum: “Sevmişem ben seni.”

Yudum yudum aydınlığı içimize çekmek varken… Hak etmediğimiz halde bize verilmiş olanlar varken… Elimiz ayağımız tutarken, görürken, duyarken ve duaya fırsat varken… Kadere sarılmanın iç zenginliği ortada dururken… Gülüşünün hissettirdiği güzellik ile cennet nasıl bir yerdir Rabbim derken… Masalın dışına çıkınca masalın içinde olduğunu anlamanın mahcup pişmanlığını yaşıyorum. İnceliyor, ipincecik oluyor gönlüm. Kendim duyacak kadar bir sesle gönlüne sesleniyorum: “Sevmişem ben seni.”

Ruh tazeliğin, içinde saklı güneşin, söylediklerinden daha çok söylemediklerin, arayışın, diyemeyişin, heyecanın, özleyişin…  Yüzünü güneşe dönünce yaprak yaprak, burcu burcu, tomurcuk tomurcuk açan bir çiçek oluşun... Seninle ekmeğimi ve tuzumu paylaştım. Şimdi seni her zaman olduğundan daha derin severken, sensiz ölme korkusuyla doluyum. “Yüreğim yaşamın kaynağına, yüreğim sana doğru çekiyor beni.” Bütün özlemler üzerime üşüşüyor. “Gerçek duygulara sözcük bulmak kolay değil.” Yazdıkça “yüreğim gibi hüzünlü Ekim” ayı bitiyor. Sabah. Ezanlar tutuyor gönlümden. İnceliyor, ipincecik oluyor gönlüm. Kendim duyacak kadar bir sesle gönlüne sesleniyorum: “Sevmişem ben seni.”

Yağmurlu bir Ankara sabahından sana özlem, sana dua, dua ki yolumuz cennete uzansın diyedir. Başını eğik, gönlünü dik tutasın.

Uyuduğum, uyandığım, sevdiğim.
“Sevmişem ben seni.”

Allah esirgeyen ve bağışlayandır.