Yıldızı bol, siyahı bol bir gece. Rüzgâr hafifçe esmekte. Rüzgârın içinde bebek ağlaması, rüzgârın içinde iç çekmeler var. Koca kent Allah’ın uykusuna sığınmış. Birazdan okunur ezan. Uykulu taksiciler korna çalıyor, ben yürüyorum.
Yürürken buluyor, kaybediyor ve şükrediyorum. Ben yürürken sen kumral bir uykudan uyanıyorsun.
Sevgilim! Ölüm yolları ve kentleri bekliyor, kalplerimiz ölümün elinden tutacak şarkıyı. Hayat uyandı, sen hiç uyumadın. İşte bu yüzden, rüyanı unutma!
Sabahtı, salaş bir çay ocağındaydım. Çay, börek, şiş ve mahmur gözlerin arasındayım. Yollardayım. Kulağıma, sona kalan ezanların sesi ulaşıyor. Gözünde kalan çapakları siliyor kent.
Bazen ters yöne yürüdüğümü düşünmüyor değilim. Ancak sonra; “köşe başını tutan leylak kokusu”, sonra; “bir annenin çocuklarına sakladığı bakış”, sonra; “ayaklarının dibine ah sevdiğim, türkülerim yaralı kuşlar gibi düşer, topla hepsini”, sonra; “şadırvan gölgesinde inziva”, sonra; “tren sesiyle gelen özlem”, sonra; “birbirimizi aramakla geçen yıllardan sonra sende bulduğum cevaplar”, sonra; “bir hüznün içini hangi yağmur doldurur?”, sonra; “mavinin peşine takılıp gitmemesi için, sımsıkı tutmalı uçurtmanın ipini”, sonra; “dudaklarında kalan solgun güneş”, sonra; hemen sonra “menekşe mavisi, yaz gökleri kadar güzel oluşun”, sonra; “dile gelmeyenlerin fısıltısı”, sonra; “tek başına gitmek çok zor, sendelersin, düşersin, kim kaldırır?”, sonra; “dağların serin nefesi, ağaçların öğüt vermesi”, sonra; “cazibenin kısa, derinliğin uzun olması”, sonra; “içimizde paslanan çığlıklar”, sonra; “Öldüğüm gün beni, kim hatırlayacak? Suyundan içtiğim, o küpü saymazsak”, sonra; “yazların en mavisinde, gülpembesi bir neşenin içinde sevmek seni”, sonra; “sevilmek, gözlerin ve kollarındaki hasretmiş meğer”, sonra; “yaylara benziyor yüzün, sis kalktığında her yanın çiçek“, sonra; “yapmam gereken tek şey ‘seven’ olarak kalıp öyle ölmek”, sonra ve hep “kalbimi kalbine bastırmak ve ‘kollarının uykusunda’ uyumak isteği…
“Düşüncelerim eğik harflerle yazılmış gibiydi.” Gözlerimi kapatıyor ancak geçmişi görüyordum. Kimler, hangi hayalin arkasına gizlenmişti, kimler hangi gecelerin, hangi yalnızlıkların kahramanıydı?
“Bir aşığı, sevdiği insanın hoşuna giden şey kadar hiçbir şey memnun edemez. Ben de senin için dünyanın bütün güzelliklerini talan etmeye hazırdım.”
Güldüğün zaman çocuk, sustuğun zaman zarif bir genç kız oluyordun, konuştuğun zaman kadın. Bana şiir yazma demiştin, beni ağaçların yaprakları kadar sev!
“Cümlelerin bizi getirdiği yerde yaşanabilir bir mutluluğun izleri vardı.” Yaşadık, yaşıyoruz ve yaşayacağız. Şükürler olsun!
Bakma sana bunca yazdığıma Dağlım, asıl söylediğim şu: “ Sevgi kocaman olunca, sözcüklere sığmıyor.”
Beklemenin tadını, özlemenin zevkini yaşayacak zaman bırakmıyoruz birbirimize. Fedakârlığımız olmadığı için de yürek asaletinden uzağız. Her gün yorgun, devamlı ve hastalıklı bir dille şikâyet taşıyanların, köksüz ve gelgeç duygularla yaşayanlar olduğunu göreceksin.
“Bir kimseyi seversen, ona senin olan her şeyi ver, hatta sen olan her şeyi ver, gerisiyle uğraşma.” diyen uçurtma “delisi” amcayı dinliyor, seni seviyor, gerisiyle uğraşmıyorum.
Bazen, yoğun bir duyarlılık anında, hangi iç gücün ya da zayıflığın etkisiyle olduğunu bilemediğimiz bir olay yaşarız; bir bakış, bir söz, bir duruş, ses, sessizlik, kısacık ve iki kalbe birden düşen bir yıldırımın etkisiyle rollerimiz sonsuza kadar belirlenmiş olur. Nehrin kaynağı tam da burasıdır. Arı, duru, temiz, saf. Ben bu yoğunluğu ve tarifsizliği seninle yaşadım Dağlım. Biz normalin hududu dışına çıktık ve artık hiçbir zaman da geri dönemeyeceğiz.
Ardında bıraktıkların küçülür, yaklaştığın şeyler büyür ve sahip oldukların sıradanlaşmaya başladığında kalbinden uzaklaştığını bilmelisin Dağlım.
Biz, “Hem birbirimize bağlı, hem de hürüz. Yalnız hür insanlar kendilerini başkalarına bağlayabilirler.” O kadar ki seni her gün daha çok sevebilmek için ruhumun hudutlarını biraz daha genişletmek ihtiyacı duyuyorum. Hep yanında olamayabilirim ancak seni daima sevebilirim, bu benim elimde.
“Düşünceler de çiçeklere benzer. Bozulmadan en çok dayananlar sabah derilenlerdir. Sana sabah, sana kırlardan çiçek, özlemimden mektup… Sana sevgimden aşk yapıyorum Dağlım.
Al yazmalım, menekşe yüzlüm. Ne zaman ki kahır ve gözyaşından gül yapmayı öğrenirsen beni anlayacak ve “hayatı” daha çok seveceksin. Say ki sabah bulasın diye, çiğle yıkanmış bir kayısı gülü bırakıyorum başucuna.
Bir de şu; parmaklarımın arasında ezip ezip kokladığım defneyaprağını da koklayasın diye sana uzatıyorum.
“Ah, bildiğimi herkes bilebilir, yüreğimse bir bende var.”