Türkiye Diyanet Yayınlarından çıkan Prof. Dr. Emine Yeniterzi’ nin kaleme aldığı Hz. Mevlana hakkında özlü bir araştırma eseri: Sevginin Evrensel Mühendisi Hz. Mevlana.
Yeniterzi diyor ki: İnsanoğlu teknolojiye yönelik her türlü mühendislikte zirveler aşmış, ancak insan mühendisliğinde ise sınıfta kalmış.
Hz. Mevlana’nın hayatı, eserleri, düşünce dünyası, hakkında merak edilenler ve güncel yorumlarıyla mesneviden hikâyeler yer almakta. Kendisi küçük ama marifeti büyük bir kitap.
Hz. Mevlana, Afganistan’ın Belh şehrinde 1207 yılında doğmuş, 1273’te vefat etmiştir. Sadece 66 yıllık bir ömürde böylesine güzel eserler bırakmıştır. Kendinden sonra gelen kitleleri yüzyıllarca etkilemiştir.
Mevlana, Mesnevi’nin önsözünde adının Muhammed olduğunu belirtir. Dedesinin adı olan Celaleddin, babası tarafından verilen ikinci ismidir. Mevlana, Belhi, Rumi, Hudavendigar, Hünkar, Mollayı Rum, Mevlevi ve Hz. Pir sonradan verilen lakaplardır. Konya’da henüz ders vermekte olduğu genç yaşlarında kendisine efendimiz ya da hazret manalarına gelen Mevlana hitabı bilginler için kullanılan hitapken zamanla ona has en meşhur ismi haline gelmiştir. Günümüzde Batıda Rumi lakabıyla anılmaktadır.
Babası Bahaeddin Veled, iki yaşında iken babasını kaybetmiş, Horasan sarayında kültürlü annesinin terbiyesiyle yetişmiştir. Kendisi şehzade olmasına rağmen dünya saltanatına ilgi duymamış. Türkistan âlimlerinden feyiz almış. Devrin bilgin ve din adamlarından üç yüz kişi bir gece rüyalarında Hz. Peygamberin Bahaeddin Veled’e Sultanu’l Ulema unvanını verdiğini görmüşler, o günden sonra Mevlana’nın babası bu unvanla anılmıştır.
Vasiyeti: “Ben size gizlice ve açıkça Allah’ta korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, günahlardan çekinmeyi, oruç tutmaya ve namaz kılmaya devam etmeyi, daima şehvetten kaçınmayı, halkın eziyet ve cefasına dayanmayı, avam ve sefihlerle düşüp kalkmaktan uzak kalmayı, kerem sahibi salih kişilerle beraber olmayı vasiyet ediyorum. Çünkü insanların hayırlısı insana faydası olandır. Sözün hayırlısı da az ve öz olanıdır.”
Mezarı üstüne yapılacak türbesi hakkında da vasiyeti vardır: “Türbemizi uzak mesafelerden görünmesi için yüksek yapsınlar. Kim bizim türbemizi uzaktan görür, inanır ve veliliğimize güvenirse yüce Allah onu Rahmete kavuşanlar arasına koyar. Özellikle tam bir aşk ve riyasız doğrulukla mecazsız bir hakikat ve içinde şüphe olmayan bilgiyle türbemizi gelip ziyaret eden ve namaz kılan kimsenin her hacetini Cenabı Hak yerine getirir ve arzularına ulaştırır. Onun dine dünyaya ait istekleri hasıl olur.”
Necmettin Taşti der ki: Dünyada genel olan üç şey vardı. Bu üç şey Mevlana’ya nispet edildikten sonra özel bir mana aldı. Bunlardan biri mesnevidir. Eskiden kendi içinde kafiyeli her mısraya mesnevi derlerdi. Şimdi mesnevi denince akla Mevlana’nın eseri geliyor. Diğeri, eskiden bütün bilginlere Mevlana diyorlardı. Fakat bugün Mevlana denince akla Hz. Pir geliyor. Üçüncüsü ise eskiden her mezara türbe derlerdi. Bugün herhangi bir türbe anılsa Mevlana’nın kabri akla gelir.
Bir gün Selahaddin kuyumcular çarşısındaki dükkânında çırakları ile varak yapmak için altın döverken, oradan geçen Mevlana çekiç darbelerinden çıkan seslerin ahengiyle cezbeye kapılır ve sema etmeye başlar. Selahaddin, Mevlana’nın çekiç seslerinin ritmine uyarak sema ettiğini görünce, altının zayi olmasını düşünmeden çıraklarına: “Mevlana semadan çekilinceye kadar altınlar lime lime olsa da çekiç vurun, der.” O gün sema, öğle vaktinden ikindiye kadar devam eder. Sema bitip de dükkâna girdiklerinde bir tek parçanın bile telef olmadığını, dükkânın altın yapraklarıyla dolduğunu görürler. Selahaddin de dünya ve dükkân sevdasından vazgeçip Mevlana’nın müridi olmuştur.
Şiir yazmayı sevmeyen ama her cümlesi özlü, adeta sedefin içindeki inci değerinde olan hazretin, Mesnevi adlı eserinin yazılış hikayesi şöyledir: “ Bir gün Mevlana’nın dostu ve halifesi Hüsameddin Çelebi; Hakim Senai ve Ferüidüddin Attar’ın eserlerinin büyük şöhret bulduğunu, insanların bu eserleri zevkle okuduklarını, Mevlana’nın da böyle bir eser yazmasını ve bu eserin hem insanlara faydalı olması hem de Mevlana’dan hatıra kalması arzusunu dile getirir. Hüsameddin Çelebi’den bu ilhamı alan Mevlana, sarığının kıvrımları içinden Mesnevi’nin ilk on sekiz beytinin yazılı olduğu kağıdı çıkarır. Çelebi’ye verir. Artık yolda yürürken, sema halinde iken, hamamda otururken her an ve her durumda Mesnevi beyitlerini söylüyor; Hüsameddin Çelebi de yazıyordu. Bu sebeple eserine “Hüsaminame” adını verdiğini söyler. 25.600 civarında beyit sayısı bulunan 6 ciltlik dev eser; tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf, tarih, tıp gibi ilimlere ait konularla zamanın örf ve adetlerine dair bilgiler ve de pek çok hikaye barındırır. Eser, Farsça aslının yanı sıra Türkçe, Arapça, Urduca, Hintçe, Endonezce, İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, İsveç dili, Danimarka dili, Çek dili ve Boşnakça çevirileriyle birçok dilde tam metin yahut seçmeler halinde yayımlanmıştır.
Divanı Kebir: Mevlana’nın kaside, gazel, rubai ve diğer şiirlerini içine alır. Gazellerini en yakın dostları olan Selahaddin Zerkubi, Hüsameddin Çelebi ve en çok da Şems Tebrizi’ye ithaf etmiştir.
Fihi Mafih: Onun içindeki içindedir veya içinde içindekiler vardır anlamına gelir. Bu eser, Mevlana’nın çeşitli meclislerdeki sohbetlerinin oğlu Sultan Veled ve müritlerinden biri tarafından notlar halinde yazılması ve bu notların sonradan bir araya getirilmesiyle oluşan eserdir. Burada onun tasavvufi düşünceleriyle şiir telakkisi bulunmaktadır.
Mecalisi Seba: Yedi Meclis anlamında Mevlana’nın yedi vaazından oluşan eseridir. Eserde her vaaz bir meclis, her mecliste bir hadis konu edinmiştir. Halkın anlayabileceği örnekler ve halk hikayeleriyle o hadis açıklanmıştır.
Mektubat: Devrinde çeşitli kimselere yazdığı 147 mektuptan oluşan bir eserdir. Mektuplarını ayet, hadis, hikaye ve şiirlerle süsler.
Ona göre insan, kendine ayak bağı olan 4 vasıftan kurtulmalıdır: Tavus kuşu gibi kibirli, kaz gibi hırslı, horoz gibi şehvete düşkün olmak ve karga gibi olmayacak ümitlere kapılıp uzun ömre tamah etmek.