Sabah kahvaltısı için bir şeyler almaya gelen müşterilerle şenlenen dükkânda, külahlara, küçük kesekağıtlarına gram gram tartılan zeytinler, beyaz kağıtlara sarılan teneke peynirleri, helvalar, çeşitli kaplara tartılıp konulan açık reçeller, köpüklü helvalar bir bir kefeli teraziden alınarak masa üstüne dizilir hesap yapıldıktan sonra ya parası alınır ya da veresiye defterine yazılırdı. Her gün manzara tekrarlanır, alışveriş startı böylece verilirdi.
Toptancıdan, halden, tekelden günlük gelen mallar üç tekerlekli arabadan indirilir, bir bir yerlerine yerleştirilirdi. Kış günlerinde yanan sobanın üstünde kaynayan çaydanlık eksik olmazdı. Bizim kahvaltımıza sıra gelince o çaydanlıkta demlenen çay eşliğinde, soba üzerinde kızaran ekmeklere tereyağı sürülür, üzerine küflü peynir ilave edilerek lezzeti tarif edilemez bir ziyafet başlardı. Müşterilerden, arkadaşlardan, komşulardan nasibi olanlarla o safra paylaşılırdı.
Paylaşmak, yardımlaşmak o günlerin mutat işlerindendi. Tıpkı o sırt sırta sıralanmış evler gibi, insanlarda sırt sırta verir, kimin düğünü var, kimin cenazesi var, hemen toplanırlar ve gerekli işleri birlikte yaparlardı. Bizim dükkân böyle zamanların da merkez üssü olur, yapılması gerekli şeylerin organizasyonu ve tedarikleri burada görülürdü.
Uzun yol kamyon şoförleri, köyde kentte işi olup evinden uzaklaşan çiftçiler, hastaneye yatmak zorunda olan hastalar evlerini mahalle bakkalına emanet ederler, onlar dönünceye kadar bu evlerin yemesini içmesini bu bakkallar temin ederlerdi. Sadece yeme içme ile de sınırlı kalmaz bazen elektrik, su faturalarını bile öderlerdi. Bunun gibi durumlara çok kereler muhatap olduğumuzu hatırlıyorum. Hayat gerçekten zordu ama birlikte her şeyin üstesinden geliyorduk. Nice yokluklardan, kıtlıklardan, kuraklıklardan bu dayanışma ile çıktık. Kimse bankalara koşmaz, borçlanmayı da yine hısımı akrabası, konusu komşusuyla yapardı. İyilik aramızda bir canlı gibi dolaşır, en katı yüreklere bile bulaşırdı.
Mahallede kimin arabası varsa, o bütün mahallelinin işine, acil ya da değil, her zaman büyük bir zevkle koşar, o işi görürdü. Elbette her devrin bir ruhu, bir yaşam şekli vardır. O günlerin kenar mahallerinde hayat zorlukların içinde güzellikleri de barındırıyordu. Şehir bir yüzüyle köy manzaraları sunuyordu. Şimdi her semt şehir modunda gelişti, büyüdü. Bugünün de kendine özgü güzellikleri, avantajları var. Kişilik olarak klasik olanı, geleneksel olanı tercih eden bir yapıya sahibim. Bakkalların yerini büyük marketlerin almasını bu yüzden kabul etmekte zorlanıyorum belki de. Parası yetmeyenlerin aldığı şeyleri reyona bırakmak zorunda kalanları gördükçe kederleniyorum. Yeri geldiğinde “o da bizden olsun” diyen güzel insanları hasretle hatırlıyorum. Umarım ülkemiz gelişimini tamamlar, insanımız daha güzel şartlarda bir hayata kavuşur ve insanlar aralarında muhabbeti, yardımlaşmayı yeniden ikame ederler.
Seval Bakkaliyesi, 1966’da babam tarafından açılmıştı, 44 yıllık serüven, 2010 yılının sonunda bitti. Nice insanlar geçti, nice alışverişler gerçekleştirildi, sayısız veresiye defteri eskitildi, nice tahsilatlar yapıldı, nice alacaklar tahsil edilemeden karalandı, yok sayıldı. O zamanların güzel bir adeti vardı, bazı zenginler mahalle bakkalına gelir “şu kadar sayfada yer alan borçları ödeyeceğim” diyerek fakirin fukaranın borçlarını öderlerdi. Bunu sadece ödeyen ile bakkal bilir, kimse bilmezdi. Bu davranış çok asilce bir davranıştı. Bu eylemin son olarak bazı şehirlerimizde bazı zenginler tarafından tekrar yaşatıldığını duymuştum ve çok sevinmiş, memnun olmuştum.
Seval Bakkaliyesi artık yok. 60’lı 70’li yıllarda gaz yağını bulundurduğu sac fıçılarda satan bakkallardan, içerisinde her türlü fantastik eşyaları bulunduran büyük marketlere evrildi şehir. Ancak israfın doruğa çıktığı bu çağda, o günün şartlarını da bilmeli modern insan. Eski mahallelerde dolaşıp hala var olan bakkallardan alışveriş yapmalı, imkânı olanların o bakkallardaki zimem defterlerin satın alarak ülkemizin gariban halkına yardımda bulunmalı. Mahalleler değişir, şehirler değişir ama insanın ihtiyaçları değişmez. Herkesin gelir düzeyi bir olmaz. Herkes kendi şartlarında, kendi kaderiyle baş başa yaşar. O yüzden diğerkam olmayı bilmek gerek.
İyilik yeniden aramıza dönmeli, ete kemiğe bürünmeli ve bütün insanlara görünmelidir. Bu yazı dizimizde ne bakkallığa övgü düzmek ne de eski günler bugünden iyiydi iddiasında bulunmak niyetimiz var. Sadece kaybettiğimiz değerleri yeniden ayağa kaldıralım, yeniden özümüze dönelim arzusundayız. Birbirimize gülümseyerek bakmayı unutmayalım. Güler yüz sadakadır bizde.
Sevgiyle kalın.