Araplar’da bir bakkal
Ve içinde biri pinekler
Arkadaş olmuş ona
Bakkaldaki tüm sinekler
Okuma yazmayı öğrenmiş, hesaptan kitaptan anlar olduktan sonra artık bakkalın kasasında oturmaya başlamıştım. Çoğu zaman yanımda babam veya kardeşlerimden biri bulunuyordu. Kimi zaman da yalnız kalıyor, kasadan doğal olarak kalkamıyor, gelene gidene durumumu izah ederek alacakları şeyleri kendilerinin almalarını söylüyordum. Ben de aldıklarının hesabını çıkarıyor, peşinse tahsilatı yapıyor, değilse veresiye defterine yazıyordum.
Arkadaşlarım çoğunlukla benin yanımda oluyor ve bu işi yürütürken hem yardımcı oluyorlar hem de bana ahbaplık ediyorlardı. Kimi işten izinli geliyor, kimi okuldan kaçıyor, ama mutlaka bir sebep buluyor soluğu benim yanımda alıyorlardı. Bazen hepsinin okula ya da işe gideceği tutuyor ve dükkânda yalnız kalıyordum. Özellikle yaz günleri öğleden sonraları ikindiye doğru sokak tenhalaşır, caddeden gelip geçen azalır, dükkâna gelen müşteri sayısı yok denecek kadar seyrekleşirdi. İşte böyle bir günde -yaşım on üç on dört falan olmalı- yukarıdaki dörtlüğü söylemiştim kendi kendime ve daha şiir yazmaya bile başlamamıştım. Sinekli Bakkal romanını boşuna yazmamıştır Halide Edip; o yıllarda paketleme adeti fazla olmadığından bulgur, pirinç, çekirdek, leblebi gibi gıdalar ağızları açık çuvallarda veya beş kiloluk naylon torbalarda satılır, dükkâna biriken sineklere sinek ilacı kullanılmazdı. Öyle bir şey olduğu zaman gıda maddeleri zarar göreceği için sinekler diledikleri gibi dolaşırdı bakkalların içinde. Tabi bazı önlemler uygulanırdı ama yeterli olmazdı. Ve bakkallara sinekli yakıştırması buradan kaynaklanırdı.
Bakkallık güzeldi. Mahallede herkesi tanırdık, herkes de bizi tanırdı; dolayısıyla bir dostluk, bir muhabbet bağı kurmakta zorluk yaşamazdık. Ankara gazozunun, portakallı elvan meşrubatının ve ünlü kola markalarının herhangi biriyle süslenen sohbetler kurulur, dükkânın içi dışı bir muhabbet halkasıyla hâlelenirdi. Kömür taşıyan at arabacılar, taş, kum yüklü kamyoncular, kavun karpuz satan seyyarlar uğrayıp da ayaküstü bir gazoz içip, bir şişelik serinlikle ferahlayarak adeta dinçleşip yollarına giderken onlardan birkaç güzel cümle kalırdı benim de içimde.
Tane hesabı sattığımız akide şekerleri ki onun kavanozu hemen önümde masanın üzerindeydi, yanında da çeşitli çikletlerin bulunduğu başka bir kavanoz vardı. Bu kavanozda tipitip, bibip, bozdağ, bayram, özcan sakızları kendilerine has kokuları ve renkleriyle dükkâna farklı bir hava katardı. Önceden hazırladığımız külahlara, çay bardağıyla ölçerek doldurduğumuz çekirdekleri yirmi beş kuruşa verirdik. Şimdiki kadar çeşitte çikolata bulunmazdı; kumlu çikolatalar vardı, ucuz ama bir o kadar da lezzetli. Sonra yavaş yavaş bilinen birkaç marka çikolata çeşitlerini piyasaya sürmeye başladılar ve çoğaldı bu markalar. Finger, pötibör, tuzlu bisküvi ve kaymaklı bisküvi ile gofretler iki buçuk kiloluk kutularda gelir, onların ağızlarına tenekeden yapılmış özel kapaklar takar ve oradan gram gram satışlarını gerçekleştirirdik. Fazla oyuncak bulunmazdı, naylon kum kamyonları, plastik ve yine naylon toplar olurdu. Ara sıra furya olan oyuncaklar da gelirdi bakkala. Bu oyuncaklardan şak şak, hal hal, su tabancası ve mantar tabancası aklıma ilk gelenler.
Beni en çok üzen şeylerden bir tanesi veresiye verdiğimiz müşterilerin ödemede güçlük çekmeleri ve onlardan para istemek zorunda kalışımdı. Çoğu zaman isteyemez, babamdan fırçayı yerdim. Sonra gördüm ki aynı üzüntüyü babam da yaşıyor, o da bu durumdan mustarip oluyordu. Ama ticaretin de bazı kuralları vardı ve uygulanması gerekiyordu. Yine de ben idare etmeyi seçerdim, çoğu zaman bundan zarar görsem de...
O günlerde dükkân benim için sadece ticarethane değildi; orada Mahmut abim ile bulmacalar çözer, Mustafa Kahraman ile yazdığım şiirleri konuşur, Ali hocayla dini, edebi ve birçok konuda sohbetler ederdik. Bunlara zaman zaman diğer arkadaşlarım da katılırdı. Elbette burada hepsini yazmam mümkün değil ama birkaçını da anmadan geçemeyeceğim: Lütfi Kılıç, Yusuf Koyuncu, İsmail Turan, Veysel Geçer, Ali Osman Çolak, Vadık Mehmet, Mehmet Çay, Çavuş, Recep Kara ve onlarcası, belki de uzayan yıllarda yüzlercesi... Bu arkadaşlarımın ve diğerlerinin hepsiyle de dostluk sınırlarında sırdaşlık, dertdaşlık, kaderdaşlık ettik.
Ve her akşam kepenkler indiğinde eminim ki o muhabbetler tereklerdeki yerlerini alıyor, ertesi sabah dünü güne bağlıyordu.
Sevgiyle kalın.