Kur’an-ı Kerim’de değişik sosyal baskı grupları üzerinde durulur. Bu baskı grupları, eğer bir toplumda kanun ve nizam hâkimiyeti olmazsa, hem yönetenler ve hem de yönetilenler üzerinde baskı politikalarını devreye sokarlar. İşte bu baskı gruplarından birisi de Kur’an’ın ifadesiyle “mütrafûn”dur. Bunlar, serveti kötüye kullanan, refahın kendilerini şımarttığı kimselerdir. Halkın tabiriyle suyun başını tutan bu azınlık baskı grubu, eğer denetim altına alınmazsa, ekonomik hayata hükmettiği gibi siyasi kararlara da hükmeder.
İslam zenginliğe karşı değildir. Alın teriyle, helal yoldan kazanan ve kazancından da hak sahiplerine hakkını veren kimseler övülmüştür. Burada bizim sözünü ettiğimiz kimseler, helal-haram tanımayan, yasal işlere uygun hareket etmeyen, başkalarının hakkına tecavüz eden ve sömürmeyi esas alıp çalışanlarına hakkını vermeyen kimselerdir. Olumsuz manada bu güç odakları, toplumun kalkınması için yatırım yapan hayırseverler olmadıkları gibi, tekelleşmeyi öne çıkarmak suretiyle toplumun her türlü ahlaki ve dini kayıtlardan uzaklaşmasına çalışanlardır.
Kur’an’da geçen mütref kavramı, ferdîlikten ziyade toplumsallığı ifade de kullanılan bir kavramdır. Ortaklaşa bir eylemi gerçekleştiren sınıf, grup bazında anlatılır. Mütrefûn, servet ve taraftar çokluğu nedeniyle bir milletin kötülükte başı çeken varlıklı kesimidir. Kur’an’da bu tefessüh etmiş zümreden şöyle bahsedilir: “Biz hangi topluma bir uyarıcı göndermişsek oranın sefahate dalmış olanları mutlaka şöyle demişlerdir: "Biz sizin tebliğ ettiklerinize inanmıyoruz." Ardından şunu eklemişlerdir: "Biz servet ve nüfus açısından üstünüz; dolayısıyla, azaba uğratılacaklar biz olamayız." ( Sebe’ 34/34–35). Her toplumda görülen sefahate dalmış varlıklı şımarık kesimin ilâhî bildirimler karşısında ortaya koyduğu çarpık mantığın ve küstah tavrın tasvir edildiği bu âyetlerde, rızkın asıl sahibi Allah Teâlâ olduğu halde bazı insanların yine O’nun verdiği imkânlara dayanarak O’na karşı direnmeye ve başkaldırmaya çalışmasının tutarsızlığına dikkat çekilmektedir.
Refah içinde yaşayan ve ahlaki anlamda düşük bir yaşam sergileyen bu kesimler, her ne kadar sayısal açıdan azınlık bir grubu oluştursalar da yönettikleri devasa ekonomik güç ve sermaye birikimi yönünden karar mekanizmaları üzerinde baskı oluşturabilmektedirler. Aynı zamanda haktan ve adaletten uzak, yasal hiçbir sınır tanımayan kimi sermaye grupları, toplumda ahlaki çözülmeye hizmet ettikleri gibi güçsüz bırakılmış zayıf kesimleri de sömürmekten geri durmazlar. Bununla birlikte, bir de üste çıkmak adına erdemli kimselerin ahlak, hak, hukuk müdafaası yapmalarını kendi aleyhlerine görerek bir de bariyer oluşturmaya çalışırlar. Ayrıca dine boyun eğmenin özgürlüklerini kısıtladığına inanırlar ve ölüm ötesi hayatı hafife almak suretiyle dünyevileşmenin öncülüğünü ve önderliğini yaparlar. Ellerindeki ekonomik gücü, peygamberlerin davetlerine yönelen kimselere karşı bir baskı ve korku aracı olarak da kullanmaktan asla çekinmezler. Kur’an’ın tabiriyle bunlar, yoldan çıkmış bir topluluktur. (Hud 11/218).
Netice, İslam yoksullukla mücadele verir. Helal ve meşru çerçevede kazanç sağlamanın makbul olduğunu öğütler. Varlıklı olmak ise, değil sorumsuzluk, aksine sorumluluk getirir. İslam, nasıl ki helal yoldan kazanmayı istemişse, aynı şekilde helal yolda da harcamayı istemiştir. Yüce Allah’ın maldaki hakkını O’na ihanette kullanan, O’nun, kullarına yönelik ilahi lütuf ve fazlını hesaba katmayan, dünyalık sebebiyle şımararak inkâra gidenleri de âhiret azabıyla uyarmıştır. (el-Mü’minûn 23/64–65)