Bizden geriye sadece adımız kalmayacak, bir şeylerin kalmasına hacet var mı o da ayrı bir muamma. Dönüp bakınca kendi zamanımızı yaşadığımızı aslında her insanın kendi hayatını ikame ettiğini fark etmek zor değil. Diğer yandan sosyal bir varlık olan insan hem yapıp ettikleriyle diğerlerine tesir ediyor hem de diğerlerinin eylemlerinden etkileniyor. Öyle ya diğer dediğim insana göre ben de diğer birisiyim.
Emaneti teslim edip diyarı göç eyleyince daha kaç yıl hatırlanır insan? Çoluk çocuğu eşi akrabası, dostu düşmanı ne kadar daha anar onu? Yazdığımız bir şiir, çektiğimiz bir fotoğraf, hoş bir anı, sözümüz, niyazımız… Kime bırakıldı ya da bırakılsın diye mi yaşandı hepsi?
Bizden neşet ne varsa bir eser bir şaheser bir basit söz, sıradan bir ikram, basit bir not… Tüm bunları kıymetli kılan şey ne? Kişiliğim ve karakterim de var belki anımsanacak, iyiliğimden dem vurulacak ya da fenalıklarım sayılıp dökülecek.
Farkındayım, gelip geçici bir hayatı yaşarken, bizden geriye kalanların kimi ne kadar ilgilendirdiğini, ne kadar değer verdiğini bir günde unutup unutmadığını ya da her akşam duasına alıp almadığını dünya gözüyle göremeyeceğim.
Benimle ilgili hangi anı ve hatıra unutulmadı, kim ne söyledi arkamdan bilemeyeceğim. Peki, bunca çaba, bunca gayret ne için, neden böyle telaşlı ve tedirginim insanlardan, neden korkuyor ve aceleci davranıyorum, diğerlerine göre ne olduğumu öğrenmek için?
Bana dikte edilen, bana öğretilen, emir kipiyle eyleme geçirdiğim bir doğrular bütünü var. Yaşım ilerlerken, sorma cesareti bulabilirsem tüm bu öğretileri yeniden sorgulamaya başlıyorum. Görüp öğrendiklerim, tecrübe ettiklerim ve hatalarım, inancım ve değer yargılarım yapıp ettiğim ne varsa tümüne sirayet ediyor ve beni “ben” yapan bir cesamete kavuşuyor.
Elbette beni “ben” yapan sadece ben değilim, annemden başlayarak tüm çevrem, yaşadığım şehir, coğrafyam, tarihim ve atalardan getirdiklerim. Kalıtım diyorlar ya hani; ispat edememiş olsam da sadece tıbbi şeyler değil kalıtımsal olarak bize geçen; algılarımız, zevklerimiz ve hatta korkularımız bile anne babamdan geçiyor olabilir mi?
Ölünceye kadar “ben” olmaya “beni” yaşatıp büyütmeye devam ediyor insan. Seciyemiz, edamız, tavrımız bize hususi olmakla birlikte karşımızdakinin anladığı kadarız. Son tahlilde fani dünyada bırakacağımız ne varsa insana dair kaygılarla ve ümit ederek terk edilip gidiliyor.
Unutulmamak gibi bir hayali var insanın, bunun neye yarayacağını ve gerçekten lüzum edip etmediğini bilmeden yapıyor bunu. Kem ve kerih bir şey midir, yok asla. Kalan kime kalıyor ve bulduğuyla ne yapıyor bilmenin mümkün olmadığını da kabul ediyoruz. İsmimizi hoşlukla yâd edenler var diyelim bana bir faydası olur mu? Tüm bu heyula ve muamma vakıaya rağmen adımız kalsın istiyoruz, anılmak istiyoruz. Demem o ki bu, önce benimle, insanın kendisiyle ilgili bir durum. Yaşarken istiyoruz bunu, yaşarken emin olmak istiyoruz ki dünya hayatımızın bir anlamı ve lezzeti olsun.
Benden geriye kalan ne varsa artık benle ilgili değil onu bulanla ilgili, onu bulanın nasıl kabul ettiğiyle ilgili. Bir şair, şiirini yazdıktan sonra ve ölüp gittikten sonra şiirinin şairi olmaya devam edebilir mi? Artık şiir, okuruyla baş başa kalıyor değil midir?
İnsan, ne bıraktığında mutlu hisseder kendini neyi bırakmadığına sevinir? Bir aşk bıraksak misal boynu bükük de olsa, bir yol kalsa bizden geriye natamam da olsa, adımızı anınca iki damla gözyaşı döken bir anne misal. Son cümlesi yazılmamış bir hikâye, son taşı konulmamış bir duvar, gidilmemiş bir şehir… Desene bıraktıklarımız kadar bırakmadıklarımız da kalıp gidecek bu dünyada Paşam.