Sözün bir de sükût hali var, değilse neden sükût ederek isyan etmiş olsun şair. Teslim olup pes etmek değildir dile pranga vurmak. Rıza göstermektir ve olanda hayrı umarak amenna diyebilmektir susmak. Devam ettirsem de bu cümleleri baktım ki söz acı çekiyor daha varmadan vuslatına, ben de sustum dilimdeki perçinlerle niyaz ederek yarına.
Sen gittin ve ben sustum. Bir gece vakti, yıldızların dökülüp kaldığı çölün, bağrında beslediği sessizliğe nazire yaparak sustum. Susmanın ne yüklediğini biliyorum içerlemiş yüreğime. Tedirgin bir çocuk gibiyim, içimde bir çocuk ve dışımda o çocuğun annesi.
Sen gittin, aynı gökyüzü aynı yıldız kümesi ve aynı taşlı yol… Biliyorsun değil mi bu taşlı yolun çıktığı ya da çıkmadığı sokakları. Oysa ben çıkmaz sokakların hepsini ezbere bildiğimi sanıyordum, şimdi biliyorum ki şehrin çıkmaz sokakları gitmene kadar saklamışlar kendilerini benden. Şimdi bu taşlı yolun, suskunluğumla beni içine çektiği çıkmazın adresini sormaktayım.
Sorduğum adreslerde seni bulamadım, sana dair ne bir iz ne bir işaret, yokluğuna ve suskunluğuma dair çok şey buldum da elimde kalan derin bir sızı oldu sadece ve öylece. Sormak için konuşmam konuşmak için suskunluğuma söz geçirmem lazım. Cesaret, hazinesidir kahraman komutanların, kahraman bir kumandan değilim belki ama çıkmaz sokaklara girecek kadar cesaretim var eminim.
Sustum evet sakın tek kelime çıkmıyor sanma dilimden, konuşmalarım öncemden daha yoğun ve daha koyu bunu bil. Öyle çok kelime dökülüyor ki gönül dağımdan, cümleler kelimeleri toplamak için uzuyor ve devriliyor, noktalarsa canhıraş hücum ediyor. Ben bu meydan savaşını izlerken adını bulmak sana düşüyor suskunluğuma.
Dün sabah uyumadığım bir gecenin güneşine doğdum. Uykumun da susacağını önceden biliyorum. Sönen her ışığın beni daha fazla uykusuzluğa çektiği geceleri unutmuş değilim. Bu bildiğimle çıktım yola. Çıkmaz sokaklardan çekinerek bir sabahçı kahvesine düşürdüm yolumu. Ağır bir arabesk sabahı; masada üç adam, ocakta çırak ve ben, beşincisiyim sabah çaylarının. Çırak geldi, çayımı bıraktı, şeker atmadım, çay acı hüznüm kadar, yüreğimden damlayan özlem kadar acı. Suskunluğumla karıştırdım çayımı.
Işıkla doldu mekân, sessizce çoğaldı gün. Ocağın dumanı dumanıma karıştı. Siyah beyaz bir gece nasıl da dönüyor sıcak renkleriyle güne. Gölgeler gelip geçiyor camın önünden.
Dilimde kalan kekremsi tadın sebebini merak ederek düştüm günün peşine. Şehir avazı çıktığı kadar bağırıyor insan o sesi bastırmak için yeryüzünde tepiniyor gibiydi. Susmasını bilmiyorlar diye iç geçirdim. Oysa bir an, kısacık bir an herkes dursa olduğu yerde ve sözü kesse, susabilse, duyacağımız şeyler teskin edecek yorgun kalplerimizi. Hem belki o zaman ben sana dair bir iz bir işaret bulabilirim, kim bilir belki senin de suskun halini duyabilirim.
Şehir susmadı, sokaklar, caddeler konuşan ve bir türlü meramını anlatamayan insanlarla doldu taştı. Ben sustum, şehrin mukimlerinden biri olarak sustum. Beni böyle suskun bırakmayacak bir dünyanın farkına vararak, sen gittin diye sustum.