Her daim “Selçuklu torunuyuz” diye övünürüz vesselam.
Mangalda kül bırakmayız!
Sorsalar, tarihimize sonuna kadar bağlıyız ve emanetlere de hep sahip çıkarız!
Her şey dilde…
Nasılsa konuşmak kolay.
İş uygulamaya gelince, enerji, zaman ve hatta para da ister.
Çoğu kişi de geçmişte yaşananlar için bunları heba etmek istemez!
Hep konuşmayı tercih eder… Görenler ve duyanlar da tarihe bağlı zanneder.
“Konyalıyım” demek, sadece kişinin doğduğu şehri anlatmaz.
Bir kültürü ve tarih ile bağı da anlatır.
Günümüzde toprak altından neler çıkıyor neler…
Çıkmaya da devam edecektir.
Payitaht Müzesi çalışmaları başladı ama sürekli tarihi temeller çıkıyor.
Nereye kazma vurulsa, mutlaka bir kalıntı var.
Bunların üzerine yığma ve estetik yoksunu binalar yapılmış.
Çoğu kişi Alâeddin Cami’ni bilir ama sultanların mezarlarının orada olduğunu bilmez.
Çoğu şeyler yeni yeni anlatılmaya ve öğrenilmeye başlanıldı.
Eski yıllarda, tarihimizi kendi ellerimizle yerle bir etmişiz.
Kimi düşüncesiz ve uyanık geçinen hainler de birçok eseri yurt dışına satmış.
Alaeddin Cami geçmiş yıllarda restore edilirken (galiba 1940’lar), “bir de sultanların mezarlarına bakım yapalım” diyorlar.
Nasıl olduysa bu mezarları açık unutuyorlar. Koskocaman mezarlar açık unutulur mu? Bu da merak konusu…
Kimse de “burası neden açık? Neden unutuldu? Kim unuttu?” diye sormamış.
Anlaşılan o ki uzun süre açık kalmış…
Hatta kemikleri, köpeklerin şimdiki Hacıveyiszade Cami tarafına kadar götürdükleri anlatılır.
Sonrasında, Konya aşığı ve tarihi duyarlılık sahibi 2 kişi, geç de olsa bunları topluyor.
Sultan kemikleri, çuval içerisinde tekrar mezara konuluyor.
Günümüzde Vali Bey’in talimatı ile sultanların kemikleri teşhis edilmek için tekrardan açıldı.
İyi ki açıldı. Nihayet açıldı. Önemli çalışmalar yapılıp, detaylar da ortaya çıktı.
Hatta bu kemiklerin içinde, köpek kemiğinin bile çıktığı söyleniyor.
Sultanların kemikleri teşhis edilip, doğru ismin doğru mezara konulması planlanıyor.
Fakat bunların toprağa gömülmesi daha doğru.
Günümüzde, birçok Selçuklu eseri restore edildi ve ediliyor.
Artık Selçuklu Sultanı ismini taşıyan bir meydanımız da oldu.
Ama dediğim gibi “günümüzde” yapılıyor, yapılmaya başlanıldı.
Koca bir tarih, o kadar tahribata rağmen yine ayakta duruyor.
Selçuklu kültürü de ayakta durmaya çalışıyor.
Sahibi Ata Türbe ve Cami’nin restore edilmeden önceki hali yürek acısıdır.
Restore edildi de tarihin farkına varılmaya başlanıldı.
Taşınabilen birçok eser yurt dışına kaçırılmış, taşınamayan da tahrip edilmiş.
Sahip çıkan olmamış.
Ne yazık ki “Selçuklu torunları” bunları görmezden gelmiş.
Tarihi bilmeden konuşmak çok fazla işe yaramıyor.
Kuru gürültü ile de tarihe sahip çıkılmayacağı biliniyor.
Siyasi veya günü kurtarma tartışmalarını kenara bırakıp, tarihten bir şey öğrenmek daha güzel.
Makam ve mevki hırslarının boş bir emel olduğunu tarih ne de güzel anlatıyor.
Mal ve mülke köle olmanın, insanın boş ve gereksiz bir gayesi olduğunu mezar taşları ne güzel ifade ediyor.
Uzun lafın kısası: “Selçuklu torunuyum” demek yetmez, bunu yaşamak ve tarihe sahip çıkmak da gerekir.
Unutmayalım, tarih zaman kaybetmeyi affetmez.