Konya’nın paralel örgüt açısından önemli olduğunu önceki yazılarımızda defalarca ifade etmiştik. Ülke siyasetindeki ‘merkezi’ rolü nedeniyle akademik analizlerde, siyasi değerlendirmelerde Konya hep merak uyandırır. Şehrin, Anadolu’nun Türk ve İslam tarihinde yani Malazgirt Zaferinden beri, çok önemli olduğunu biliyoruz. Bu önem o zamandan beri hiç azalmadı.
Öte yandan, Konya’nın art niyetli birtakım kişiler ve gruplar tarafından ‘lekelenmek’ istendiğini, her vesileyle birilerinin şehir üzerinden oyunlarını oynama çabası içinde olduklarını da biliyoruz. Bunu 12 Eylül’e gerekçe teşkil eden ‘düzmece’ Kudüs Mitinginde, 28 Şubat’a giden yolda yapılan provokasyonlarda gördük.
En son geçtiğimiz yıl, 17 Aralık sürecinin tam da Şeb-i Arus gününe denk getirilmesini not etmiştik. Bugün sizlerle paylaşmak istediğimiz konu gene şehirle ve kurumlarıyla alakalı. Bir vesileyle haberdar olduğum olayları sizlerle paylaşmak, konuyla alakalı hasbihâl etmek istiyorum.
Açıklayayım…
2008 yılı Temmuz ayında Selçuk Üniversitesi’nde görev yapan, ismini zikretmek istemediğim bir akademisyenden, ‘Okyanus Operasyonunu’ yöneten polis müdürü ziyaret için randevu talep etmiş. O kişi, polis müdürü ile yalnız görüşmek istemediğini ifade ederek, benim de görüşmeye katılmamı istemişti. Görüşmede, müdür özetle şunları söylemişti: Okyanus Şirketler grubu yöneticisi Nusret Argun’un ‘kaleminin kırıldığını’, onun ‘bitirileceğini’ o yönde ‘çalıştıklarını’, ama Selçuk Üniversitesi’nin o günlerde Konya’da kurulacak olan Vakıf üniversitesine ‘hami’ üniversite olmayı reddettiğinden bahisle Prof. Dr. Süleyman Okudan’ın da kendini ‘sıkıntıya’ soktuğunu söylemişti. Benim de katıldığım görüşmede ilgili akademisyene, ‘siz hocaya yakınsınız, onu uyarın diretmesin’ ifadesini kullanmıştı.
Malum, Rektör Adana’da bulunan Özel Yetkili Mahkeme tarafından Kasım 2008’de tutuklandı ve altı ay kadar cezaevinde kaldı. Yanlış hatırlamıyorsam, ilk duruşmadan yaklaşık bir ay önce, yani Nisan 2009’da ve Prof. Dr. Süleyman Okudan tutuklu iken üniversite, ilgili Vakıf üniversitesine ‘hami üniversite’ olmayı kabul eden kararı aldı. Rektör ilk duruşmada serbest bırakıldı. O tarihten beri kendi kendime hep soruyorum: ‘Ne oldu da Selçuk üniversitesi hami üniversite olmayı kabul etti?’. Niçin o gün ve o şekilde? Bu olaylar Selçuk Üniversitesini nasıl etkiledi?
Okyanus davasında nihai karar, Prof. Okudan’ın görev süresi bittikten kısa bir süre sonra verildi. Gelişmeler o tarihten beri hep kafamı yoruyor. Operasyon iddianamesini, ‘delilleri’, ‘gerekçeleri’, ‘ifadeleri’ hiç mi hiç bilmiyorum. Bilmem de gerekmiyor, ama sürecin sağlıklı yürütüldüğüne de hiçbir zaman inanmadım.
Bir işadamının ‘bitirilmesinin’, rektörün ‘sıkıntıya’ girmesinin ne anlama geldiğine hep kafa yordum. ‘Acaba’, dedim ‘operasyon yapılmasaydı Selçuk Üniversitesi’nin akıbeti nasıl olurdu, Okyanus Şirketleri bugün hangi durumda olurdu? Ne kaybedildi, kim kazandı? Bir işadamı kim tarafından, niçin ve nasıl ‘bitirilir’? Rektör kendini nasıl ‘sıkıntıya’ sokar?
Son dönemlerde yürütülmekte olan operasyonlar, Okyanus olayında ‘paralel’ parmağı olma ihtimalini güçlendiriliyor. İddianamede ismi geçen hukukçu bir Profesör o günlerde konu hakkında açık açık konuşmuş, ben de duymuştum. Bu nedenle bir yerlerde ‘yazılan’ ve ‘uygulanan’ bir ‘senaryo’ var mı, sorusu aklımıza geliyor. Üniversiteye ve şehre ‘ayar’ verilmek istendiğini düşünüyorum. Aynen 17 Aralık sürecinin Erdoğan Konya’da iken yapılması gibi.
Şehir Okyanus Operasyonu’nu ‘tartışmadan’ ve olayları anlamadan ‘normalleşemez’. Şirketlerin adı mı problemli? Herkes ‘okyanus ötesi’ denildiğinde kastedileni anlıyor. Yoksa ne? Hala herkesin kafası karışık. Ortada bir mahkeme kararı var, ama karar insanları ‘tatmin’ etmiyor. Herkes aynı ‘torbaya’ konulmuş, bir şekilde herkes ‘sürece’ dâhil edilmiş. Balyoz davasının yeniden görülecek olması, ‘uydurma’, ‘monte’ delillerin varlığının sabit görülmesi çok önemli bir detay. Aynı şey, Okyanus’ta mevcut mu? Tartışılması lazım. Benzerlik olduğu söyleniyor.
‘Paralel’den yerel yönetimlere yönelen herhangi bir tehdit var mı? Bazı belediyeleri paralele ‘mesafe’ koymadıklarını için eleştiriyoruz. Paralelle işbirliği yaptıklarını düşünüyoruz. Belediyeler içinde yakasını ‘paralele’ kaptıran var mı, tehdit edilen var mı, bilemiyoruz. Bunların açığa çıkması gerektiğine inanıyoruz. Varsa lütfen korkularının esiri olmasın, gerçekleri açıklasınlar.
Özel Yetkili Mahkemeler kabul edilebilir bir durum değildi. Kaldırıldı. Ayrıca, polisin ‘hak ve adalet’ tarafında yer almaması, kendini karşı ‘taraf’ olarak görmesi de makul değildi? Bir ‘sindirme’ mantığı uygulandığını düşünüyorum: İşadamını sindir, akademisyeni sindir, belediye başkanını sindir, Sivil Toplumu sindir, rektörü sindir, tüm toplumu sindir. Olacak iş değil.
Zannımca problemin çözülmesinde en büyük görev, süreçten etkilenen insanlara düşüyor: Bildiklerini, başlarından geçeni açıklasınlar. Konuşsunlar. Konuşmazlarsa olmaz. Normalleşemeyiz. Medya tartışması lazım. Kamuoyu tartışması lazım. Bilmemiz gerekiyor. Bir milletvekili hariç hiçbir siyasetçi konuşmuyor.
Son yıllarda gündemimizi meşgul eden davalar sağlıklı bir şekilde yürütülmedi. Ergenekon operasyonlarında ‘Anti-İsrail’, ‘Anti-Amerikan’ subayların tasfiye edilmesi tesadüf mü? Darbeci subaylar tasfiye edilirken, ‘araya sıkıştırılan’ masum insanların hakkını kim ödeyecek? Balyoz davasında ‘monte ettikleri’ uydurma deliller nedeniyle suçsuz insanları karalamaları ve darbecilere ceza verilememesine neden olmaları bile ‘paralelcilere’ günah olarak yeter.
Yapı herkesi tehdit ediyor. Hepimiz tehdit altındayız. Hukuk tanımazlık, hak bilmezlik doruk yapmış. Geçen yazımızda zikrettiğimiz onbeş maddeyi lütfen bir daha okuyun.
Tekrar uyarıyorum, ‘paralelcilerle’ hala iş tutan belediyeler, kamu kurumları ve yöneticiler kendilerine çeki düzen vermelidir. ‘Takip’ ve ‘not’ ediyoruz. Maalesef mesafe koymuyorlar. Ortak faaliyet yapmaktan, onları ‘taltiften’ geri durmuyorlar.
Sonuç olarak; ülke olarak bir ‘arınma’ sürecinden geçiyoruz. Halka ve millet iradesine güvenmeyen yapıların temizlenmesi gerekiyor. Suları tersine akıtmak mümkün değil. Bu saatten sonra, millete tuzak kuran yapılar, halk iradesine inanmayan gruplar ve diğer insanları yok sayan örgütler kaybetmeye mahkûm. Selçuk Üniversitesi’nde uygulanan ‘senaryonun’, Okyanus Şirketler grubuna karşı yürütülen operasyonun şehre ve sakinlerine verdiği maddi ve manevi zarar ortada. İnsanlar telefon kullanamaz, sohbet edemez hale geldiler.
En önemlisi güven kayboldu. Kimse rol yapmasın, birlikte yaşama kültürü zarar gördü. O nedenle, ‘paralel’ gündeme gelince kimse kendini güvende hissetmiyor. Nefret tohumları ektiler. Bu tohumlar bir bumerang gibi bir gün kendilerini de vuracak. Bizden söylemesi. Mensupları da özeleştiri yapsın, doğru yolu bulsunlar. Bütün bir topluma karşı kafa tutulmaz, başarı şansları sıfır.