Şehirler canlı organizmalar olarak değerlendirilirler. Nasıl canlılar olarak duygu, düşünce, sevgi ve nefret gibi bir takım duygularımız bulunursa şehirler de aynı duygu ve düşüncelere sahip olurlar. Onların da sevdikleri ve sevmedikleri şeyler bulunur. Onların da değer verdikleri ve vermedikleri şeyler vardır.
Nasıl insanlar olarak değişim karşısında bir duruşumuz varsa, değişimin belli türlerine destek verip, belli türlerine de karşı durursak şehirler de aynı şekilde destekledikleri ve karşı çıktıkları değişimler bulunabilir. Canlılar olarak bedenimize ve şahsiyetimize saygı duyulmasını istediğimiz gibi, şehirler de aynı şekilde yapılarına ve ruhlarına karşı duyarlı olunmasını isterler.
Oralarından, buralarından çekiştirilmeleri, yıllardır alışageldikleri değerlerinden, alışkanlıklarından ve düşüncelerinden bir anda ve köklü biçimde koparılmalarını kabullenemiyorlar. Şehrin ruhuna uygun değişiklikler yapılsa itiraz etmeyecek, direnmeyecekler ama çoğu zaman öyle olmuyor.
Van depreminde sonra şehirlerin yenilenmesi noktasında yeni bir aşamaya gelindi. Bakanlar Kurulu kararıyla ‘kentsel dönüşüm’ yapılması çok kolay artık. Hele bir de ‘riskli bölge’ ilan edildiğinde değişimi sağlamak çok daha zahmetsiz bugün. Belediyelerin bu kanunu, yani 6306 sayılı yasayı hoyratça kullandıklarını söyleyenler çok. Bu kapsamda düzenlemeler yapılırken, hangi afet riskine maruz olduğu açıklanmadan alınacak kararlara hep önyargı oluşur.
Yasa mutlaka bir ihtiyaçtan kaynaklanmıştır. Şehrin risk arz eden bölgeleri tabii ki yenilenebilir. Özellikle de insan ve toplum sağlığı açısından riskli bölgelerle ilgili tasarrufta bulunabilir. Belediyelerin bu görevlerini ikmal etmeleri beklenir. Geçtiğimiz günlerde Resmi Gazete’ye göz atarken dikkatimi çekti. Meram Belediyesi belli bir bölgeyi ‘riskli bölge’ ilan etmiş. Harita eki de mevcut.
Bölgeyi ve haritayı bilme ihtimalim bulunmuyor. Riskli bölgenin gerçekten riskli olduğunu kabul etmek zorundayız. Bölgeyle ilgili toplumdan bir itiraz geldiğini de duymadım.
Fakat tabii ki belediyeler şehrin yenilenmesi adına aldıkları kararları halkla ve ilgililerle paylaşmak durumundalar. Alınan karar tüm belde halkını etkiliyor. Zira şehir yenilenirken belli bölgelerin yoğunlukları artırılıyor; belli bölgelere ek birtakım tesisler öngörülüyor; gene belli bölgelerin içeriğinde belli değişiklikler yapılıyor.
30 Mart sonrası dönemde Meram Belediye Başkanı Fatma Toru şehir yenileme konusuna ağırlık vereceğini beyan etti. Bu doğrultuda attığı somut adımlar neticesinde Meram’ın çok büyük bir kısmında yaşayan ve kentsel dönüşümden etkilenecek kesimlerde büyük beklentiler oluşturdu.
Halkta beklenti oluşturmanın birtakım riskleri var. Toplumu, yani işinde gücünde insanları haberlere, imar konusundaki düzenlemelere karşı duyarlı hale getirirsiniz. İmar konusundaki haberleri takip etmeye başlarlar ve dedikoduya, yalan-yanlış haberlere daha çok itibar edebilecek hale gelebilirler. Bu da belediyelerimize uyarı mahiyetinde bir sözümüz olsun.
Öte yandan, şehir yenilenirken, kentsel dönüşüm projeleri yürütülürken dikkat edilmesi gereken bir nokta ‘şahsiyetli’ bir şehir oluşturma gayretini ihmal etmeme konusudur. Eskisinin aynısı olacaksa, tarih, gelenek, inanç ve kültür değerlerimizi yansıtmayacaksa değişim yozlaşma anlamına gelecektir. Riski bir fırsat olarak değerlendirmek ve şehri ihtiyaç ve taleplerimiz doğrultusunda planlamak çok önemli bir adım olarak değerlendirilebilir.
Şehir yenilenirken dikkat edilmesi gereken hususları şu şekilde sıralamak mümkün: Şeffaflık, katılımcılık, hesap verme ve gerekçelendirme.
Bir defa her şey herkesin gözü önünde cereyan etmelidir. Toplum alınan kararları, alınma nedenlerini, alınma süreçlerini bilmelidir. Alınacak karar belki birilerini rahatsız ediyor olabilir. Birilerinin rantını engelliyor olabilir. Veya birilerine menfaat sağlıyor, birilerine rant oluşturuyor olabilir.
Geçtiğimiz günlerde Başbakan Davutoğlu tarafından kamuoyuna açıklanan etik ilkeleri içinde imar konusunun en başta zikredilmesinin arkasında yatan mantık budur. İmar planındaki değişiklikler toplumun çıkarlarını yeniden düzenler. Çoğu zaman ortaya bir rant çıkar. Çıkan rantın belli bir kısmı orada meskûn bulunanlara, gayrimenkul sahiplerine bırakılır. Ama belli bir kısmı da toplum adına belediyeye alınır.
Rant durumunda değişiklik olacak yerlerdeki tapu sahipliği herkesin bilgisine açık olmalıdır. Hele imar planında değişiklik yapılan yerlerde karar vericilerin, meclis üyelerinin gayrimenkulleri bulunuyorsa bu toplumdan saklanmamalıdır. Olabilir. Oralarda tapu sahiplerinden bir kısmı belediye meclis üyesi de olabilir. Onlar da nihayetinde bu beldede yaşayan insanlar.
Planlara mahalle sakinleri, muhtarlar, mimar mühendis odaları başta olmak üzere meslek teşekkülleri, esnaf sanatkâr temsilcileri gibi paydaşların katılımı sağlanmalı, kararlar katılımcı bir şekilde alınmalıdır. Katılımcılık dedikoduyu, suiistimalleri önler. Oraya çekilebilecek yorumların da önüne geçer.
Hesap verme mantığı içinde hareket eden belediyeler kazançlı çıkarlar. Her kararın açıklanabilir gerekçeleri olduğuna inanan toplum alınan kararın uygulanma aşamasında pozitif destek verir. Kararın uygulanması için elinden gelen desteği sunar.
Gerekçelendirme zaten en fazla önem verilmesi gereken ilkedir. Anayasanın 125. maddesi ‘İdarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu açıktır’ hükmünü getiriyor. İdare açıklayamayacağı, gerekçelendiremeyeceği hiçbir kararı almamalıdır. Aldıysa da gerekçeleri ile beraber toplumun dikkatine sunmalıdır.
Aslında mevzu bununla sınırlı değil. Başkaca boyutları da bulunuyor. Sözgelimi estetik duygular, insan tabiatına uygun yapılar, çevre duyarlığı, enerji hassasiyeti ve mahremiyetin sağlanması gibi birtakım kriterlerimiz daha var. Oralara hiç değinemedik.
Şehrin yenilenmesini kendimizi ve çevremizi yenileme olarak algılayamadığımız sürece gidebileceğimiz yer sınırlı. Alabileceğimiz kararın başarı şansı kısıtlı olacaktır.