Gökyüzüne uzanan gökdelen tarlalar ya da yerin yüzlerce metre altına doğru uzanan yer altı ekim alanları... Bunlar şu an için hayal gibi, ütopya gibi geliyor. Toprakların verimsizleşmesi, daralan tarım alanları, kırsaldan şehre göç, şehirleşme...vs... bütün bunlar insanoğlunun beslenmesi için alternatif tarımsal faaliyetlere itiyor.
“İmkansızda mümkünü görebilmek. Gemilerin karadan da yürüyeceğini hesap edebilmek, Mehmetlerden birini Fatih” yapar der Arif Nihat Asya. Bugün için tarımı şehre çağırıp, şehirde tarımı mümkün kılmak gemileri karadan yürütmekten daha kolay. Şehirde (zorunlu tutmadan) tarımı mümkün kılmanın yollarını aramak gerekiyor.
Bugün için gökdelen tarlalar, yeraltı bahçeleri mümkün değilmiş gibi gelebilir. Şu an için bu tür bir tarımsal faaliyet aslında mümkün. Bugün imkansızlığın nedeni maliyetlerin çok yüksek olması. Başta bilgisayar ve cep telefonu gibi tekniğin gelişim hızını dikkate aldığımızda, bu söylediklerimizin çok yakın gelecekte mümkün olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
İnsanlar hayatlarını devam ettirmek için temel ihtiyaçları vardır. Beslenme, giyinme, barıma gibi. Başat anlamda ekonomi tarifinde ihtiyaçlar sınırsız olarak tarif edilir. Genel geçer ekonomi tarifinde; kıt kaynakların sınırsız ihtiyaçlara bölünmesi olarak tarif eder. Burada ihtiyacı en temel ihtiyaçlara indirgerseniz aslında ihtiyaçlar sınırsız değildir. Sınırsız olan isteklerdir aslında. Türk dil kurumu ihtiyaç kavramını, gerekseme, gereksinim, gereksinme, olarak tarif ediyor.
İkinci olarak da güçlü istek. Gıda ihtiyacı her geçen gün dahada bir önem kazanıyor. Köylerden şehirlere göç, nüfus artışı, iklim değişikliği, tarım alanlarının verimsizleşmesi, çoraklaşan araziler, âtıl tarım alanları gıdaya erişimi her geçen gün zorlaştırıyor. Bu ihtiyacında karşılanması gerekiyor...Peki bu artan problemlere rağmen tarımsal üretim nasıl artacak ve insanların gıdaya ulaşımı nasıl kolaylaşacak.
Öyle anlaşılıyor ki günümüz dünyası şehirde tarımı mümkün kılmanın yollarını bulmak zorunda. Çünkü artık bu bir ihtiyaç. Mesele şehirde tarımı ihtiyacını bir zorunluluk olmadan gerçekleştirebilmek. Çünkü zorunlu olduğu zaman bize bunun faturası daha ağır olacaktır.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım teşkilatı kentsel tarımı “küçük alanlarda sebze, meyve, bitki üretimi yapmak; mesleki ve ticari olmayan küçük ölçekte bir etkinlik” olarak tanımlıyor.
Şehirde tarım artık bu tarifin içine sığmıyor. Şehirde tarım, şehir içinde ve yakın çevresindeki, çeperindeki tarımsal faaliyetleri kapsayan tarımdır. Kentsel tarım, sürdürülebilir kentsel gelişmenin zorunlu bir parçası olup, kendine yetebilen kentler için bir gerekliliktir.
Şehirde tarımın tarihçesi aslında, şehir kadar eskilere dayanmaktadır. Eski medeniyetler şehir içinde tarımı, gıda temini ve dolayısıyla beslenme, yakacak temini, inşaat yapma, gölge alanları oluşturma, çit yapımı rüzgârdan korunma, süsleyiciler yapma, ticaret, kurban etme, statü kazanma vb. faaliyetler için yapmışlardır.
Bu topraklarda kentsel tarımın ta Hititler dönemine kadar tarihlendiği bilinmektedir. Bizans döneminden, 1950 ve 1960'lı yıllara kadar İstanbul’da sebze ve meyve gibi gıda ihtiyacının karşılamaya yönelik kent bostanları kente yayılmış ve ağırlıklı olarak surlar içinde yer almıştır.
Osmanlı döneminde kentsel tarım İstanbul surlarının dışında ve içinde geniş bostanlar olarak yer almıştır. Büyük bostanlar derelere yakın yerlerde ya da derelerin denize döküldüğü noktalarda sulama amacıyla oluşturulmuştur. Selçuklu döneminde de kent içinde tarımsal üretim surlar içinde birçok bağ, bahçe ve tarlada gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde konut tipolojilerinde yer alan tek ya da iki katlı konutlar ailelerin ihtiyacını karşılamaya yönelik olarak bahçeli olarak düzenlenmiştir.
1950’lere kadar değişime uğramayan bostanlarda kırsal alanlardan kente yönelen göçe bağlı olarak 1970’lerden itibaren olumsuz değişimler başlamış, 1980’li yıllarda kent içinde tarımsal arazilerde büyük boyutlarda azalmalar görülmüştür .1980’lerin başından itibaren kırdan kente göçün artışına bağlı olarak artan nüfus ihtiyacına yönelik kentin içinde ve çeperinde konut alanlarının artışı ve alınan siyasi kararlar tarımsal arazilerde kayıplara neden olmuştur
Modern dönemde kent ve kırsal alanda bir çatışma olmuş ve şehir kırsalı dışlamıştır. Tarım ülkelerin kalkınma ve ihracatlarındaki oranları her geçen gün azalmıştır. Bunun yerine hizmet sektörü ve sanayi almıştır. Hatta ülkelerin gelişmişliğinin, en önemli ölçüsü tarımın milli gelire oranı ile ölçülür olmuştur. Tarımın milli gelirdeki payı ne kadar düşükse o ülkenin de gelişmişlik düzeyi o kadar yüksektir sonucuna varılmıştır. Fakat 2-3 yıldır tarımla ilgili bu genel geçer durum yerini, tarım bir ülkenin en stratejik alanıdır konumuna yükseltmiştir.
Pandemi ve Rusya -Ukrayna savaşı tarımın her ülke için en az savunma sanayisi kadar önemli olduğu gerçeğini gözler önüne sermiştir. Paranız olsa bile gıda alınamayacak durumlara şahit olduk. Pandemide kimse ürününü satmak istemedi. Gıda milliyetçiliği denen bir kavramla tanıştı dünya. Bu süreçte her şeyin bir şekilde tolere edilebileceğini gördü. Ama bir şey vardı ki asla tolere edilmezdi; GIDA...Ülkeler gıda konusunda kendi kendine yetmek zorunda.
Her ülkenin en baş meselesi gıda güvenliği ve güvenilir gıda oldu bu süreçte. Zor zamanlarda hiç kimse kimsenin gözünün yaşına bakmıyor, bu çok net anlaşıldı.
Kendi kendine yeten ülkeden kendi kendine yeten şehir, anlayışına geçme mecburiyetimizde oluştu bu süreçte. Çünkü şehrin ihtiyaçları başka şehirlerden sağlandığında gıda güvenliğinde ve güvenli gıda da problemler yaşanıyor, yani ürün hem pahalı ve gıdaya erişmek zor oluyor hem de sağlıklı olmuyor, bayatlıyor, israf oluyor.
Örneğin İstanbul’u ele alalım. İstanbul gıda tedariğini 76 ilden sağlıyor. (Birde kendi 77). Türkiye’de üretilen yaş meyve ve sebzenin %25’ini İstanbul tüketiyor. Ülkemizin 76 ilinden İstanbul’a akan müthiş bir trafik var. Tam 270 bin kamyon yılda 140 milyon km yol yapıyor bu gıdayı İstanbul’a ulaştırmak için. Bu kamyonlar çevreye 117 bin ton karbon salıyor yani tabiatı müthiş derecede kirletiyor (Bu rakamlar 2020 rakamları).
Bu olayı gözünüzün önünde şöyle bir canlandırdığımız zaman muazzam bir iş gücü, zaman ve masraf var. Tarladan çatala uzun bir zincir var. Bu zincir ne kadar uzunsa ürünün de maliyeti o kadar yüksek demektir. İşte şehir tarımı bu zinciri kısaltacak bir tarımdır. Şehirde tarımı mümkün kıldığımızda bu ürünler daha ucuz olacak, daha taze olacak, daha sağlıklı olacak.
Şehirde tarım, tarihte genellikle savaş ve buhran dönemlerinden sonra insanların sebze ve meyve gereksinimlerini karşılamak amacıyla yükselmiştir. Özellikle I. ve II. Dünya savaşlarında okul bahçelerinin, kullanılmayan arazilerin bile tarım alanlarına döndüğünü biliyoruz.
Şartlar bizi zorlamadan biz ülke olarak şehirde tarımı mümkün kılmanın yollarını bulmak zorundayız.