Şehir, Mabed ve Ezan Bize Ne Diyor?

Mehmet Toker
İslam medeniyeti, 1400 yıldır kendi inanç ve insan anlayışı çerçevesinde Müslümanların yaşadığı coğrafyayı şekillendirmeye devam ediyor. İnsanlık yeryüzünü şekillendirirken sahip olmuş olduğu inanç doğrultusunda kültür ve medeniyet ekseninde esasen kendisini ve geleceğini şekillendiriyor.
 
Kur'an-ı Kerim'de Enam Sûresi 92. Ayeti Kerimede ve Şûra Sûresi 7. Ayet-i Kerimede insanlığın en eski yerleşim merkezlerinden birisi olan Mekke için, "Ümm-ül Kura" ifadesi kullanılıyor. Ne demek "Ümm-ül Kura"?  Şehirlerin anası. "Karye" köy manasında kullanılan bir terim. Neden o günün ölçeğinde bile bir köy büyüklüğünde olan Mekke'ye "Ümm-ül Kura" şehirlerin anası deniliyor?  Çünkü, Mekke'nin merkezinde yeryüzünde Allah'a ibadet için inşa edilmiş olan ilk mabed "Kabe" var. Bir anlamda Mekke şehir ile mabedin, mabet merkezli şehrin yeryüzündeki ilk örneği.
 
Yasin Sûresinin 13. Ayeti Kerimesinde de "karye" (köy) diye bahsedilen yerleşim yerinin 6 ayet sonra 20. Ayeti Kerime de "Medime" (şehir) diye bahsedilmesi köy denilen beldenin şehir olarak zikredilmesi, "Acaba bu süre içerisinde köy büyüyüp, şehir mi oldu?" sorusundan daha ziyade, "Nasıl bir değişiklik oldu da aynı yerleşim yeri şehir olarak bahsedilmektedir?" sorusunu akla getirmelidir. Bu sorunun cevabı 14. Ayeti Kerime'dedir. Zira o beldeye, o yerleşim yerine peş peşe üç tane peygamber gelmiş, belde insanlarını Allah'a kulluğa, medeniyete, egoizmden, bencillikten, gururdan, kibirden sıyrılarak kul olduğunun farkına varmaya davet etmişlerdir.
 
Şehir-mabed ilişkisi insanoğlunun yeryüzünde toplum oluşturduğu ilk insanlardan bu tarafa devam eden bir gerçekliktir ki; tarihin bütün dönemlerinde ister Allah'a, ister kendi uydurmuş oldukları herhangi bir tanrıya tapıyor olsun, insanlar şehrin en merkezi noktasına, ulaşımı en kolay noktasına ya da şehrin en hakim noktasına bir mabed inşaa etmişler. Çünkü şehri köyden ayıran sadece büyüklük veya küçüklüğü, yaşayan insanların nüfus olarak çokluğu değil, nüfusunun çoğunluğunun ticaret, sanayii, yönetim gibi işlerde uğraşan ve belirli bir kültür ve medeniyet ekseninde yapılaşmış olan yerleşim yerleri akla gelmektedir. Şehirler sosyal hayatın her yönünü kapsayan çeşitli faaliyetlerin görüldüğü, ekonomik ve kültürel birikimin yoğunlaştığı önemli yerleşim birimleri olup fiziksel ve sosyal çevre ile toplumsal hayatın merkezini teşkil eder. İslam medeniyeti 1400 yıllık gelişim tarihi içerisinde Mekke örneğini merkeze koyan şehirler inşa etmiştir. Şehirlerin anası pek çok şehrin doğmasına örneklik teşkil etmiştir.  Müslüman Sultan ve Liderler tarafından kurulan şehirlerde mabed ve şehir, mimari olarak bir bütünlük arz etmektedir. Vâsıt, Kayrevan, Bağdat, Samerra, Rakkâde gibi şehirlerin merkezini "ulu camii" oluşturuyordu. Müslümanların hicret ve fetihler yoluyla yerleştiği, imar ettiği şehirlerde yine "Fetih Camii" olarak inşa edilen ya da bir önceki dinin mabedi iken camiye dönüştürülen "Fetih Camilerinde" aynı hassasiyet göz önüne alınıyordu.
 
Hz. Peygamber hicretten sonra Yesrib'i medenileştirip, Medine'tü r-Rasûle  dönüştürürken, islam şehri kimliğine büründürürken, Mescid-i Nebevi'yi o günkü Yesrib şehrinin kalbi sayılabilecek bir noktada tam merkezinde inşa ediyordu. Bununla beraber bir taraftan mescit inşaa edilirken, diğer taraftan çarşı ve pazar yeri belirlemek sûretiyle ekonomik hayata da bir anlamda çekidüzen veriyordu.
 
Mabed, Arapça ibadet mastarından türetilen ve ibadet edilen yer, ibadethane, ibadete mahsus bina anlamlarına gelen bir kelime. Fakat İslam mabedleri camii ve mescit olarak isimlendirilir. Peygamber Efendimiz: "Yeryüzü bana mescit kılındı!"  buyurmasına rağmen neden Yesrib'te bir mescid/camii/mabed inşa etme gereği duymuş veya 1400 yıllık İslam Tarihi boyunca Müslümanlar neden gitmiş oldukları yerlerde fethettikleri şehirlerde binlerce mescit veya cami inşaa etmişlerdir?
 
Camii, cem eden toplayan demektir. Müslümanları aynı gaye ve ortak duygularla bir araya getiren, topluluk oluşturan, toplum içerisindeki sınıfları, kastları sıfırlayan, Sultan ile hizmetçinin, zengin ile fakir'in, esnaf ile köylünün, sanatkâr ile zanaatkârın omuz omuza, yan yana aynı hizada bulunduğu, inanaların bir araya geldiği topluluk oluşturduğu yer demektir.
 
Mescid, secde edilen yer anlamında mekân ismidir. Secde, insanı egoizmden, gururdan, kibirden, enaniyetten uzaklaştıran ve kul olduğunun, acziyetinin farkına vardıran kulluğun özüdür. Müslüman yeryüzünün her noktasında secde etme hürriyetine sahip iken, secde mekanları, mescitler inşaa etmesi, kul olma düşüncesine, inancına verdiği değeri gösterir. İnsanı öz benliğinden uzaklaştıran dünyanın hengamesinden, kaosundan kaçıp sığındığı mekanı ifade eder.  Mescitler insanın ruhundaki cevheri, kulluk mücevherine dönüştürebilmesi için bir pota vazifesi görmektedir. 
 
İslam kültüründe şehir-mabed ilişkisine baktığımız zaman mabetler, yerleşim yerlerini İslam Medeniyetiyle kuşatan, onları şekillendiren yoğuran merkezlerdir.  Bunu sadece mimari açıdan düşünmek de doğru değildir. Zira tarih içerisinde, İslam coğrafyasında, Müslümanların kurduğu ya da fethettiği şehirlerdeki camiiler, sadece mabedt ya daha mescit görevini görmemiş aynı zamanda ilim ve kültür merkezleri olarak da farklı bir işleve bürünerek, bugünkü üniversitelerin, okulların temelinin atılmasında ciddi anlamda rol oynamışlardır.  Camii, sadece inananları günde 5 defa namaz için toplamamış, aynı zamanda İslam coğrafyasının farklı noktalarındaki ilim insanlarını, müzakere, münazara, mütalea ve müsademe-i efkâr içinde bir araya getirmiştir.
 
İslam Medeniyeti,  bir vakıf ve su medeniyeti olarak kabul edilir. Vakıf medeniyetinin temelinde de, su medeniyetinin temelinde de yine merkez istinad noktası camiiler olmuştur. Camiilerin ihtiyaçlarının giderilebilmesi için oluşturulan vakıflar, daha sonra toplumda hüsn-ü kabul görüp yaygınlaşarak pek  çok ihtiyacın giderilmesi için ve sosyal millet anlayışının felsefesinin toplumda yaygınlaşıp kökleşmesinde  öncü olmuştur.  Camii vakıfları bir anlamda, diğer sosyal ihtiyaçların giderilmesi için oluşturulan vakıfların kurulmasına ve yaşatılamasına da öncülük etmiştir. Çeşme vakıfları, Külliye vakıfları vb... Camiide ibadet yapabilmek için Müslümanlara koşulan ön şart temiz olmaktır. Dinin emri gereği boy abdesti dediğimiz "gusül" ve "abdest" ibadet edecek her müslüman için olmazsa olmaz bir  gerekliliktir. Gusül ve abdestin yerine getirilebilmesi için su gerekir. Suyun temini ve temizliğin ikamesi için camilerin hemen yanı başına şadırvanlar, çeşmeler ve hamamlar inşa edilmiştir. Su medeniyetinin iki ana unsuru olan çeşmeler ve hamamlar esasında camilerin mabed olma işlevini yerine getirebilmesi için, secde mekânı olma işlevini yerine getirebilmesi için dini bir zorunluluktan ortaya çıkmıştır.
 
Camii, mimari yapısıyla İslamdaki tevhid anlayışının, vahdet prensibinin taşa, tuğlaya, kubbeye, kemere, çiniye, hatta yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. İslam mabedlerinde ya belirgin, dingin bir sadelik ya da geometrik ve bitkisel şekillerden oluşturulan göze, ruha hitap eden muhteşem bir bezeme, süsleme tezhip sanatı karşımıza çıkmaktadır. Kıble istikametindeki mihrap, semayı sembolize eden kubbe, hakim otoriteyi sembolize eden minber ile camii ait olduğu medeniyetin mimariye bürünmüş halidir.  Her camii ve minare o coğrafyaya basılmış bir İslam mührüdür.  Batıl zihniyetin, islama ve müslümanlara düşmanlık eden, gerek tarihi gerek çağdaş tiranların, İslam coğrafyalarını işgal ettiklerinde camiileri minareleri  yıkmalarının sebebi; camiilerin taşıdığı bu sembolize anlamların farkında olmalarından dolayıdır. Camiilerin ruhu, ait olduğu coğrafyaya sirayet etmiştir. Camilerin, yüzyıllar boyunca dayanacak taş, mermer ve pişmiş tuğla gibi sağlam malzemelerden imal/inşaa edilip, insanların oturmuş olduğu evlerin ve sivil mimari örneklerinin ahşap veya toprak gibi en fazla bir insan ömrü süresince dayanabilecek malzemeden yapılmasının sembolik anlamı Allah'ın evi, dinin mekanı  kabul edilen camilerin ilelebet, sonsuza dek var olacağını, yaşayacağını, dinin kıyamete kadar baki kalacağını sembolize etmektedir. Evlerin, dükkanların toprak ve ahşap gibi dayanıksız malzemeden yapılmasının sebebi ise insanın dünyada fani olduğunu, ölümlü olduğunu vurgulamak, hiç ölmeyecekmiş gibi tamahkârlıkla yaşamanın, dünyaya hırsla bağlanmanın doğru olmadığı felsefesinin mimari üzerinden mesajını verebilmek içindir.
 
Ezan, Müslümanların günde 5 defa camide toplanması için yapılan bir çağrıdır. İslam medeniyetinin sesli ve sözlü sembolüdür. Ezan,  inancın ilanıdır. Ezan, Allah'ın büyüklüğünü ilan etmekle başlayıp, Allah'tan başka ilah olmadığını ilan etmekle biten bir çağrıdır.  Ezan Müslümanların bağımsızlığının sözel sembolü, ve sesli ilanıdır. Ezan bir bayraktır, yere düşürülmemesi gereken bir sancaktır.
 
 "Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli,
Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli."
 
mısraları sadece sanat olsun ya da kafiye  olsun diye İstiklal Marşımıza yazılmış mısralar değildir. Ezanın Müslümanlar için ne ifade ettiğini ortaya koyması açısından bir manifesto niteliğindedir. Bağımsızlığın ifadesi olan İstiklal Marşında Müslümanların bağımsızlığının sözel ifadesi olan, "şahadetleri dinin temeli" ezana yapılan bu vurgu ve bayrağın gönderde dalgalandığı gibi minarelerden yayılan ezanında Müslüman Türk Milletinin bağımsızlık sembolü olduğunu vurgulaması açısından büyük bir anlam ifade etmektedir.
 
Minareler, camiilere bitişik olarak inşaa edilmiş,  ezanların okunduğu göğe doğru uzamış, şehrin şahadet parmaklarıdır. O şehir, şahadet parmaklarını her gün 10 defa göğe dikerek, Allah'tan başka ilah olmadığını ve Hz. Muhammed'in Allah'ın son elçisi olduğunu yüksek sesle ilan eder. Minareler, Türkiye tarihinde belki de en büyük görevi 15 temmuz gecesinde verilen salâlarla icra etmiştir. Normalde cuma namazı öncesinde vaktin yaklaştığının ilanı olarak veya bir mü'min öldüğünde cenaze ilanı olarak okunan  salâlar, 15 temmuz gecesinde bir milletin uyanışına, belki de yeniden dirilişine vesile olmuştur. Biz Hayâli Bey'in: "Ol mâhîler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler" mısraında dillendirdiği, denizin içerisinde olan balıkların denizi bilmediği gibiyiz.  Şehirlerimizin yüzlerce noktasına dağılmış olan camilerimizin, şehirlerimize, insanımıza, toplumumuza nasıl bir duygu kattığını idrak edemiyoruz. Camiilerimizin kadrini kıymetini bilmekte ve anlamakta çoğu zaman güçlük çekiyoruz.  Yaşadıkları ülkelerde camisiz ve ezansız kalan Müslümanlar köklerinden, inancından, medeniyetinden, kültüründen, kimliğinden koparıldığını, özgürlüğünün elinden alındığını çok daha net farkediyor.  Caminin ve ezanın kıymetini o gün çok daha iyi anlıyor. Mahrum bırakılarak, sahip olduğumuz değerlerin kıymetini bilmek, ateşlenen silahın insanı öldürdüğünü öğrenmek için intihar etmek ya da öldürülmekle eşdeğer en acı tecrübelerden biridir.  Mahrum kalmadan bizi biz yapan değerlerin, medeniyetimizin, kültürümüzün, kimliğimizin farkında ve şuurunda olarak sahip çıkmak belki de bu coğrafyada yapılabilecek en güzel farkındalıktır. Bu yazıyı kaleme almama vesile olan ve geçtiğimiz hafta şehrimizde "Şehir, Mabed ve Ezan" belgeselini kayda alan CUE Ajans emekçilerine, çalışanlarına teşekkür ediyorum. "Şehir, Mabed ve Ezan" belgeselinin izleyici ile buluştuğu zaman hak ettiği ilgi ve değeri görmesi ve gönüllerimizde iz bırakması temennisiyle...