Şehir dediğin Konya gibi olmalı… Nerede başlayıp nerede bittiği belli olmalı mesela…
Şehir dediğin Konya gibi olmalı… Bir ruhu olmalı; canlı, sevebilen, kızabilen, şefkatli ve hiç yaşlanmayan…
Hatta binlerce yıl önce nasılsa bugünde aynı olan…
Şehir dediğin Konya gibi olmalı… Hem hüzünlü Trakya türküsündeki gibi neşeli, hem neşeli Karadeniz türküsündeki gibi hüzünlü… Ama sonuçta ‘kaşık havalı’
Şehir dediğin Konya gibi olmalı… Şehir gibi yani… Bazen bir metropol… Bazen bir kasaba…
Bazen de koca bir köy gibi…
…
En dik yokuşu bile ‘Ak’ olmalı bir şehrin. Senin gibi…
Ki zirvesinde, koca şehir Ege denizi gibi önüne serilmeli insanın, bütün ışıltısıyla… İnsanın bütün sevdiklerini sığdırabilmeli gök kubbesinin altına… Yoksa koca bir mezarlık gibi durur öylece…
Sadece bunun için bile sever bir insan bu toprağı…
Hani öyle kadim başkent olmana falan da gerek yok hani…
…
Ruhunda ne varsa onu görüyor işte insan sende… Ya Denizi ya Mezarlığı…
Ve eşsiz bir aşk filmi gibi izliyorum bütün akşam seni, gözümü kırpmadan… En kötü komedi filmlerinde bile ağlayabilirim… Ama ağlamıyorum… Gecenin içinde gözyaşlarımız saklı zaten çünkü… Bir de sevdiklerimiz…
…
Neden her acılı aşk filminde kadınlar ölür ki…
Güçsüzlüğünü yüzüne vurmak için mi erkeklerin?
Sen ölümsüz bir aşk filmi gibi duruyorsun karşımda şu an ve ben hiç ağlamıyorum…
Ağlayamıyor, yutkunuyorum…
…
Soruyorum kendime;
Yaşamasını sevdiği yerde mi, ölmeli insan?
Ölmeyi istediği yerde mi, yaşamalı?
Kadere bırakıyorum…
…
Ve ben şimdi bu ak şehrin ak yokuşlarında, sana dünyanın en eski, en kısa ama en uzun en derin ve en güzel şiirini yazıyorum;
Seni Seviyoruz…
Bazen kızsak ta…
…
Ve benim çektiğim bütün filmlerimde erkek, kadından önce ölüyor…
Bütün yalnızlığıyla…
…
İşte yazacaksan böyle şeyler yazacaksın Konya için… Şimdi sana Akyokuştan baktım Ey Konya! Bütün yılgınlığınla duruyordun karşımda… Aman birileri başımıza bir iş çıkarmasa diye sessizce ve öylece bekliyordun! Başbakanında gelmese ölü toprağı atılmış gibiydi üstüne… O da olmasa ne karanlığını ne makus talihini yenebileceksin… Bir iki kıpırdanıyor umutlandırıyor sonra umudumuzu kursağımıza gömüyorsun” mu diyecektik…
Sahi Bakanlarına “Konya için her şeyi yapacaksınız” diyen Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmayaydı ne yapardık…
Akyokuş’tan şiir yazardık sürekli sanıyorum…
…
Yazmadan geçmeyeceğim bu sefer…
Şu meşhur fotoğraf; Açlıktan iki büklüm kalmış Afrikalı çocuk ve başında bekleyen akbaba…
Neymiş efendim yardım etmemiş fotoğrafı çeken, sonrasında çocuk ölmüş… Fotoğrafçı da üzüntüsünden intihar etmiş… Sosyal medya bu adamdan yola çıkıp Batı medeniyetinin aslında ne kadar “kaka” bir medeniyet olduğunu anlatmaya çalışan onbinlerle dolu… Herkes kendini aklama peşinde…
Bu fotoğrafçı ülkesinden binlerce kilometre uzaklıkta bir Afrikalı aç çocuğun fotoğrafını çekip dünyaya servis ederken, başka bir amaçla dahi olsa bu konuda bir farkındalık oluşturmaya çalışırken Müslüman dünya ne yapıyordu ki…
Başkalarını bilmiyorum ama sanıyorum ben tam o sırada sıcak yatağımda uyuyordum…
Yani kısaca…
İnsanlar ikiye ayrılır sadece; İyiler ve kötüler…
Ayrıca bu olay benim başıma gelse üzüntümden intihar falanda etmezdim…
İntihar haram sonuçta…
Hem biliyorum bazıları öyle bir tövbe ederler ki benim sevabım onun günahının yanında “hiç” kalır…
Biz böyle biliyoruz…