Seçimin galibi; Anadolu İrfanı

Musab Seyithan

Sadece Türkiye’nin değil, Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirme aparatı olarak gördükleri ve her türlü kullanıma müsait olan Kılıçdaroğlu’nun kazanması için dünyanın emperyalist güçleri ile PKK ve FETÖ terör örgütlerinin gözleri de hep Türkiye’de idi.

Onlar, yüzde altmışın üzerinde bir çoğunlukla kazanacağına inandıkları çapsız ve kalibresiz, sadece iç ve dış düşmanların şişirdikleri ve destek verdikleri Kılıçdaroğlu, açık ara farkla birinci turu kaybetti. Demokrasi, iktidar olmak için daha iyisi keşfedilene kadar en ideal bir sistemdir. Fakat bu sistem de kendini korumaya almalıdır. Yoksa her türlü şaibeye karışmış, Ortadoğu’da bir sürü kan akmasına sebep olmuş bir bunak ABD’de Başkan seçilebiliyor. Gelince her yatırımı durduracağını, İHA ve SİHA’lara el koyacağını, ABD’den uçak alımı işlemini yeniden başlatacağını vadeden bir adam yüzde 45 oy alabiliyor.

Söz konusu demokrasi olunca birkaç ara cümle ile kısaca bazı şeyler söylemek istiyorum: Başta neo selefiler ve neo hariciler olmak üzere bilumum tekfirciler, İslam ile yönetim biçimi olan demokrasiyi birbirine karıştırırlar. Hâlbuki monarşi, oligarşi ve saltanat gibi yönetim biçimlerine göre demokrasi en ideal olanıdır. İslam, bir yönetim biçimi ortaya koymamıştır. Onu, Müslüman akıllara havale etmiştir. Eğer İslam’da bir yönetim biçimi olsaydı, dört halife o şablona göre seçilirdi. Hepsinin seçilme şekli farklıdır. Demokrasi derken, onu din haline getirmiş Batı demokrasilerini kastetmiyoruz. İçi “Şûra” ile doldurulmuş bir sistemden bahsediyoruz. Sosyal Bilimler Ansiklopedisinde yaklaşık iki yüz tanımı olan demokrasinin ortak paydası “Halkın yönetime katılması, katkı vermesidir.” Gannuşî’nin dediği gibi, Batı demokrasisini alır, içini şûra ile doldurur İslam’ın hizmetine veririz. Bu sistemin uyguladığı rejimin adı şeriat olacaktır. Halk, rejimi değiştiremez. Sadece bu rejimi uygulayacak olan idarecileri değiştirme hakkına sahiptir. Buna da kamu hukuku denilmektedir. (Bak: Prof. Dr. Abdülkerim Zeydan, İslam’da Fert ve Devlet).

Bu hatırlatmadan sonra Pazar günü yapılan seçimi nasıl okumalıyız? sorusuna cevap arayalım. Bir kere bu seçimin gerçekten tam bağımsız Türkiye sevdalıları ve milli harp sanayii, İMF vesayetinden bağımsız bir ekonomi ve milli değerlere sahip çıkanlarla, ülkeyi küresel sömürü düzenlerine peşkeş çektirme sözü veren, terör örgütü PKK’nın siyasi uzantısı partiyle muta nikâhlı ve FETÖ mensuplarına gelecek vadeden, millî değerlere -duruma göre- gizli ve açık düşman olan çapsız-vizyonsuz Kılıçdaroğlu ve oluşturduğu “Kumar masasının” etrafında halkalanan ve Sayın Erdoğan’a karşı “Kinlerini din edinenlerin” mücadelesi idi. Yedi düvel başta olmak üzere kimi hindu, kimi yamyam, kimi de bilmem ne belâların bir araya geldiği -bazıları milli görünse de- karpuz misali içi kızıl, dışı yeşil gayri millilerle kıran kırana bir mücadele idi.

Bu mücadelede, Türkiye genelindeki oyların dağılımına baktığınız zaman Anadolu irfanının galip geldiğini görüyorsunuz. Anadolu insanı soğanın, patatesin ve kiraların pahalandığına bakmadı. Bunları kullanarak oylarına talip olanlara itibar etmedi. Elbette ekonomik sıkıntıların farkındaydı. Ama o biliyor ve inanıyordu ki bütün bu sıkıntıların tamiri mümkündü. Ama teröre teslim edilmiş, bölünüp parçalanarak küresel sömürü güçlerinin kucağına atılmış, milli değerleri altüst edilmiş, yeniden 28 Şubatlara gebe bırakılmış Türkiye’de huzur ve mutluluk olmayacak, ağzımızın tadı kaçacaktı. Bundan dolayı kapalı kapılar arkasında verilen sözlerden güç almış olmalılar ki, HDP’li terörist sevicilerin ve onların siyasi temsilcilerinin “15 Mayıs sabahı İmralı’nın kapısını kıracağız, daha önce heykelini dikmeyi vadettikleri Apo’yu serbest bırakacağız. Şu anda hapiste olan başta Selo olmak üzere KHK ile ve kayyum atamasıyla görevden alınan belediye başkanlarını serbest bırakarak görevlerine iade edeceğiz” çığlıklarının ne anlama geldiğini bilen Anadolu irfanı mensubu halkımız, onlara geçit vermedi. “Durun kalabalıklar! Bu cadde çıkmaz sokak” diyerek onlara hadlerini hatırlattı.

Fakat sahil kentlerinde, Ankara ve İstanbul gibi kozmopolit yerlerde yaşayan vatandaşlarımız da işkembesine, değerlerinden daha çok bağlı olduğu için onlar soğanı, patatesi, ev kiralarını ülkenin geleceğinin ve bekasının önüne koyarak yalancılığına, iftiracılığına, çapsızlığına ve kabiliyetsizliğine bakmadan “Erdoğan gitsin de kim gelirse gelsin” kara propagandasına aldanarak, oyunu Kılıçdaroğlu’na kullandı. O da seçim öncesi asılsız şişirmelere tav olarak kendini 15 Mayıs sabahı on üçüncü cumhurbaşkanı olarak hayal ediyordu ama garibim fena çakıldı. Hâlâ da Erdoğan’la aralarındaki oy farkı üç milyona yakın olmasına rağmen “Mutlaka kazanacağız” pişkinliğinde idi. Yenilmeye doymadığı için olmalı…

Seçim öncesi sosyal medyada, kahkaha attıran bir video vardı. Videodaki arkadaş, Cumhur ittifakındakileri; “20 yıldır aynı lidere oy veren salaklar” diye suçlayanlara şöyle sesleniyordu: “Hadi biz salağız, 20 yıldan beri kazanan adamın peşinden gidiyoruz da, siz nasıl bir salaksınız ki 20 yıldan beri kazanamayan adamın peşinden gidiyorsunuz? Ben onu anlamadım.” Evet, kardeşim biz de anlamış değiliz.

Sözün özü şu ki, bu seçimin galibi, Anadolu irfanıdır. Türkiye üzerinde emelleri olan iç ve dış hainlere geçit vermedi. Sandığa gitmeyerek kendince ders vermeye çalışan bazı küskün ve kararsızlarla, milliyetçi duygularından dolayı Sinan Oğan’a oy verenler, bu konuda derin derin düşünüp kalbinde biraz imanı ve vatan sevgisi varsa soğanı sarımsağı da şimdilik bir tarafa bırakıp “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” diyerek ikinci turda sandığa giderek, yaptıkları eserler yapacaklarının şahidi olan, dünya mazlumlarının sesi Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a oyunu kullansın. Yoksa son pişmanlık fayda vermez. Unutmayalım ki dünyada yaptıklarımızdan ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan hesaba çekileceğiz.