Seçimin ardından yeni bir dönem başlıyor. Artık önümüze bakıp bir an önce ekonominin iyileştirilmesi için çalışmaya başlamak gerekiyor. Yerel seçimlerin erkene alınacağı söylentisi inşallah bir söylentiden ibaret kalır. Seçime kadar olan 7-8 aylık dönemde ne yapıp, ne edip ekonominin yoluna konulması gerekiyor.
Ekonomist değilim, ekonomik verilerden de çok fazla anladığım söylenemez. Benim ekonomiden anladığım, çarşı, pazarın durumu, bir ay önce aldığım ürün şimdi kaç para. Borsa, döviz ve altın fiyatlarına da baksak, ev kiralarına, mutfak masraflarımıza da baksak durumun pek de parlak olmadığı ortada. Öyle ekonomik krizden falan bahsedilemez ama işlerin yolunda gitmediğini anlamak içinde ekonomist olmaya da gerek yok. Bu konuda bütün yük yeni kurulacak hükümetin omuzlarında olacak. Millet, üzerine düşeni yaptı ve istikrarı seçti. Hükümetin görevi kısa vadede, piyasaların toparlanmasını sağlamak, enflasyonu ve işsizliği makul oranlara çekmek, çarşı, pazardaki keyfi zamların önüne geçmek olmalı. Uzun vadede ise yeniden gezi olayları, 17-25 Aralık kumpası öncesini yani 2011-2012 seviyesini tekrar yakalamak olmalı.
İnsanlar ülkemize karşı içte ve dışta oynanan oyunları, hükümeti sıkıştırıp, ekonomi ile terbiye etme çabalarını elbette görüyor. Lakin hükümetin keyfi yapılan zamlara karşı bir önlem alamamasından, yıllardır geyik muhabbetine dönen ekonomik tedbirlerle ilgili beylik söylemlerden de yoruldu. Meşhur patates, soğan tartışmasına gelelim. Bu işle içli dışlı olanlar her yıl belli dönemlerde benzer şekilde stokçuluğun yapıldığını, bu ürünlerin kimlerin, nerelere stokladığının da çok iyi bilindiğini söylüyor. Bu noktada Tarım Bakanlığına düşen, bu stokçuların inlerine girip, kardeşim çıkar şu faturaları, bu ürünleri kaçtan aldın da bu kadar fiyatı şişiriyorsun deyip, fatura üzerinden ürünleri satın alıp piyasaya sürmektir. Lakin Tarım Bakanı çıkıp gerekirse patates, soğan da ithal edebileceğimizi söyleyebiliyor. Anlayacağınız durduk yere millete malzeme veriyor…
Yıllardır tarlada, 30 kuruş, pazarda iki lira, markette dört lira haberinden sıkıldık ama tatmin edici bir önlem de alınamadı. Üretici, pazarcı, aracı, müşteri, bakan herkes durumdan şikâyetçi ama bir çözüm bulan da yok. Aslında ortada iyi niyet olsa çözüm çok basit ama önemli olan niyet ve yetkililerin neme lazım diye geçiştirmemeleri. Bu konuyla ilgili ortalama her insanın bulabileceği bir çözüm formülü bende geliştirdim. Sıkı bir şekilde uygulanacak olursa bir ay içerisinde tarlada 30 kuruş, markette üç lira saçmalığından kurtulabiliriz. Burada yerim dar olduğu için ayrıntıları yazamıyorum. Eğer yetkililerimiz merak ediyorlarsa özelden bana ulaşsınlar(!)
Zamlar genellikle yuvarlak hesap yapılıyor, küsuratla kimse uğraşmak istemiyor. Ankara’da simite bir anda yüzde 25 zam gelebiliyor. 50 kuruşluk su bir anda 75 kuruş olabiliyor. Arada iğneyi kendimize de batıralım; 50 kuruşluk yerel gazeteler yüzde yüz zamlanıp 1 lira olabiliyor(!) Marketlerde 1 liranın altında çikolata neredeyse kalmadı. Zam yapılmayan çikolatalar da gramı düşürüp gizli zam yapıyor. Bu konuyu artık anlatmaktan dilimde tüy bitti. İnşallah yeni Tarım Bakanı laflarından çok icraatlarıyla gündeme gelip, bu gramdan çalma olayına bir çözüm bulur. Her ürününe belli bir gram standardı getirip, uymayan firmalara ceza kesmek bu kadar zor değildir. Geçen gün markette 400 ml pet şişe su gördüm, ipin ucu bir kez kaçınca olay buralara kadar geliyor.
Önümüzdeki günlerde kurulacak yeni hükümeti ekonomik anlamda ciddi bir sınav bekliyor. İlk olarak gıda ürünlerinden başlayıp, piyasalara çeki düzen verilmesi gerekiyor. Halkın kendilerine verdiği desteğe sahip çıkıp, piyasaları yönlendiren, stokçulardan, simsarlardan gereken hesabı sormalılar. Ancak o zaman geleceğe her anlamda güvenle bakabiliriz.