Hükümet kurma görevi kendisine tevdi edileli beri Başbakan Davutoğlu’nun telaşı bir kat daha arttı. 7 Haziran’dan sonra parti içinde başladığı söylenen tartışma ve değerlendirme sürecinin artık belli bir noktaya gelmiş olması lazım. Seçim geçeli kırk gün olmuş. Kırk rakamının sembolik önemi var.
Geçtiğimiz Pazartesi günü başlayan liderlerle görüşme trafiğinde birinci tur dün itibariyle tamamlandı. Taraflar laf arasına sıkıştırılan mesajları, doğrudan verilenler ve verilmeyenlerle beraber değerlendirmek suretiyle pozisyonlarını netleştirecekler.
Görüşmelerde MHP ve HDP heyetlerinin verdiği mesajlar kamuoyunu şaşırttı.
Bahçeli bir taraftan ‘Türkiye’yi hükümetsiz bırakmayacaklarını’ söylüyor, diğer taraftan hükümette yer almayız, diyor. Toplum ne düşüneceğini şaşırdı.
HDP’nin de benzer noktada olduğunun altını çizmekte yarar var. Seçimden sonra kesinlikle Ak Partili bir hükümette yer almayacaklarını vurgulayan parti bugün ‘istemem yan cebime koy’ tavırlarında. Kolay değil bu talih kuşunu reddetmek. Böyle bir şans bir daha ya gelir ya gelmez. Bunun farkındalar tabii ki.
Kanaatimce seçimler yenilenirse Türkiye rahat eder. Toplum, karşısında doğru düzgün muhatap bulur. Devlet de sıkıntı yaşamaz millet de. Koalisyonlarda yetki ve sorumluluk birbirine karışıyor.
Diyelim ki hükümet kurulamadı ve Türkiye yeniden sandığa gitmek zorunda kaldı. Peki, ne değişti? Ne değişmeli?
Ne yararı olacağı noktasındaki düşüncelerimizi şu şekilde sıralayabiliriz: Propaganda, üslup ve söylem hataları azaltılabilir; adaylar gözden geçirebilir.
Seçim yenileme, hatasından dönmek isteyen siyasi kadrolar için biçilmiş kaftan. Partiler hiç hata yapmadılar mı? Elbette yaptılar? Tercihleri hep doğru olandan yana mıydı? Elbette hayır.
‘Şimdiki aklım olsaydı’ ismiyle TRT radyolarında uzun yıllar önce yayınlanan programı pek çoklarımız hatırlar. Seçim yenileme ‘şimdiki aklım olsaydı’ hayıflanmasını bertaraf eder.
Eğer her şey seçmenin ve toplumun talepleri doğrultusunda gerçekleşseydi bugün erken seçimi konuşuyor olmazdık. Demek ki bir yerlerde sorun var. Anlaşılan o ki, partiler belli problemleri göremediler.
Aday adaylığı dönemi gençlerin nişanlılık dönemi gibi geçiyor. Kimse kötü huyunu, yanlış yönünü açığa çıkarmadan, rol yaparak göz boyuyor. Nitekim pek çok adayın yanlış tercihle listeye alındığı kamuoyunda tartışıldı.
Kan uyuşmazlığı olan şahıslar teşkilatlara ve siyasete uyum sağlayamadılar. Ülkücüyüm diyen birinin yeri MHP’dir. Paralele hiçbir partide yel olmaz.
Paralele mesafe koyamamış, çocuklarını onların okullarına göndermekle kalmamış, etrafında onlardan mebzul miktarda bulunan biri kendini ülkücü olarak nitelendiriyor ama Ak Parti’den aday olup, vekil seçilebiliyor.
Hala paraleli savunuyor... O doğrultuda mesajlar veriyor. Tezviratlar yapıyor.
Aklıma iki ihtimal gelir: Ya ‘kaseti’ var, yanlış işlerinin açığa çıkmasından korktuğu için bu tavırlarda ya da kripto paralelci.
İkisi de birbirinden beter. 17 Aralığa kadar malum yapı bürokrasi ve siyasette başat aktördü. İnsanlar şu veya bu şekilde oraya sıcak mesajlar verir, kendini temize çıkarırlardı.
Ülkücü görünen ‘yurtdışındaki okullarında Türkçe öğretiyorlar’ yalanıyla kendi çocuklarını bunların okullarına yazdırmakta beis görmezdi.
Emniyet ve diğer kurumlarda yapılan paralel temizliğe destek veriyoruz. Şimdi merak ediyorum; acaba bunların okullarında okuyan bir vekil çocuğuna da aynı muamele yapılır mı(ydı)?
Paralel olduğunu bildiğimiz insanlar geldiler Ak Partiden aday adayı oldular. Bunlardan listeye girenler olduğu gibi giremeyenler de oldu. Listeye giren her yönüyle temizlendi, giremeyense en azından sicilini temizlemiş oldu.
Seçimler yenilenmekle kalmamalı, listeler en az % 25 – 30 oranında değiştirilmelidir.
Paralel borazanlığı yapanlar mutlaka liste dışı kalmalıdır.
Sözüm herkese...