Başta Reis olmak üzere iktidar erkinde bulunanlara, bir Müslüman kardeşleri olarak Kur’an ve Sünnet ışığında bazı hatırlatmalarda bulunmak istiyorum. Çünkü onlar vekil, biz oy verenler ise asılız. Vekil, aslın değerlerine ve beklentilerine uygun hareket etmelidir. Merhum Erbakan hocamız “Biz gardiyan devlet değil garson devlet olmak durumundayız” derdi. Şimdi onun talebesi olan Reisimiz de, bizlere; “Biz size hâkim değil hâdimiz” diyerek hocasının yolunda olduğunu ifade ediyor.
Bu zamana kadar jakoben/tepeden inmeci, halkın değerlerinden uzak, kendi değerlerine düşman, düşmanın değerlerine hayran iktidarların yönetimlerinden çok çekmiş Müslümanlar olarak, Merhum Erbakan hocamızın ve Reis’in bu sözlerini ve uygulamalarını çok önemsiyor ve memnun oluyoruz. Tabii bu, memnun olmadığımız uygulamaları yok anlamına gelmiyor. Aile ile ilgili uygulamalara, eğitim ve hukuk alanındaki yanlışlara da neşter vurulması gerekiyor. Eğer iktidar, halkın teveccühüne Allah’ın yardımını da katarsa başarılı olur. Fakat Allah’ın yardımının da şartları vardır.
Yüce Allah “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar” (47/Muhammed:7) buyurmaktadır. Allah, 89 ayette “Ey iman edenler” diye müminlere özel hitapta bulunmakta ve onlara imanlarıyla uyumlu özel görevler vermektedir. Yukarıdaki ayette, müminlere yapacağı yardımı, kendine yani dinine yapacağı yardım şartına bağlamaktadır. Allah açık çek vermekte, kulunu sigortalamaktadır. “Ayaklarınızın sıratı müstakimde sabit ve güçlü kalmasını ve kendinize yardım yapılmasını istiyorsanız, bana yani dinime yardım edeceksiniz” demektedir.
İşte çiçeği burnundaki yeni iktidar erki, geçmişte yaptıkları yanlışları gözden geçirip onlardan vaz geçme, yapması gerekirken yapmadıklarını ve yapamadıklarını da yapma yönüne gitmelidir. 21 yıldır zafer üstüne zafer kazanmanın sarhoşluğuna kapılarak, mazlumların duası ve Allah’ın yardımını unutacak olurlar ve güçleri yetse kendilerini bir bardak suda boğacak olan iç ve dış müstekbirlere, laik, Kemalist, deist ateist ve bilumum İslam düşmanlarına şirin görünerek onları memnun etmeye çalışacak olurlarsa çok yanlış yaparlar.
Mesela Ak Parti İstanbul Milletvekili Rumeysa Kadak, seçim döneminde Reis’in LGBT’lilerle ilgili sözlerini âdeta yok sayarak seçim sonrası hemen ayağının tozuyla bir yabancı basına görüntülü verdiği mülakatta şunları söylemekte: “Türkiye’de yaşayan eşcinsellerle ilgili şunları söyleyebilirim: Türkiye’de hiç kimsenin yaşam tazına ve kişisel tercihlerine asla müdahale etmedik. Zaten bu hak da Anayasamız ile güvence altına alınmıştır. Türkiye, içinde muhafazakâr ve liberal barındıran laik ve çağdaş bir ülkedir.”
Hâlbuki hukukçular, “Türkiye Anayasasında LGBT hakları diye bir madde bulunmadığı gibi, böyle bir güvence de asla söz konusu değildir. Anayasadan değil, Avrupa Birliği entegrasyonu dâhilinde çıkarılan 6251 ve 6284 sayılı kanunlardan almaktadır. Bu durum da aslında Anayasaya aykırı bir durumdur. Hem ailenin hem de nesillerin korunmasına aykırı kanunlardır ve uygulamalar Anayasaya göre suçtur” demektedirler. İşte buna, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak denir. Anayasadan ve inandığınız ayet ve hadis bilgilerinden habersiz olarak elin gâvuruna şirin görünmek için LGBT güzellemeleri yaparsanız Allah’ın yardımını yanınızda bulamazsınız. Allah, dinine harp açanlara şirin görünmeye çalışan omurgasızlara yardım etmez, onları kendi haline terk eder. Yukarda zikrettiğimiz ayette Rabbimiz yardımı sadece dinine yardım edenlere yapacağını açıkça beyan ediyor. Yoksa Allah’ın verdiği bu söze güvenmiyor muyuz? Çünkü Müslümanların çoğu Allah’a inandıkları kadar güvenmiyorlar. Bu, bir iman zaafıdır.
Hâlbuki imanın bir esası, bir de ahlakı vardır. İman esaslarına inanmak, yani Yüce Allah’ın Peygamberimiz vasıtasıyla gönderdiği zarûrât-ı diniyyeyi tasdik etmek imanın hakikatidir. Allah’a güvenmek de imanın ahlakıdır. Gerçek mümin, Allah’a hem inanan hem de güvenendir. Bir müminin Allah’a imanı tam, fakat güveni eksik veya silikse imanında zafiyet var demektir.
Allah’a inanıyor fakat SGK’ya/Sosyal Güvenlik Kurumuna güvendiğimiz kadar Allah’a güvenmiyorsak işte o iman problemlidir. Bizi küfürden kurtarır ama cehennemden kurtaracak amel işletecek güçte değildir. Zaaf illetiyle mualleldir. Öyleyse inandığımız Allah’a tereddütsüz olarak güvenmek zorundayız. Mümin, “İnanan, güvenen, kendisine güvenilen ve başkasına güven verendir.”
İşte kendi halimize terk edilmişliğin ve ataletimizin arka planında yatan gerçek budur. Çünkü Allah (c.c), Emrolunduğu gibi dosdoğru olmayan, O’nun rızasına uygun olarak dinine sahip çıkıp gayretlerini ortaya koyarak yardım etmeyenleri, kendi halleri ile baş başa bırakır. İmam Azam’ın dilinde buna “Allah’ın hızlanı” denir.
İşte Reis ve kabinesi fetvayı KADEM ve laik-Kemalistlerden değil de fetva vermeye ehil ilim ehlinden veya DİB Din İşleri Yüksek Kurulundan alarak inanç değerlerimize uygun bir ihya ve inşa yapacak olursa Allah’ın yardımını yanında bulur. “Hop ne oluyor? Laik devletin Cumhurbaşkanı olduğunu unutma!” diyenleri memnun edecek günü kurtarma siyaseti yapacaksa -ki biz bunu asla Reis’e yakıştırmıyoruz- o zaman da Allah yardım elini çekecek ve onu, memnun etmek istedikleri ile baş başa bırakacaktır.
Öyleyse gelin, imanımızı masaya yatıralım. Allah’a olan güvenimizi tekrar gözden geçirelim. Allah’ın garantisine olan güvenimizde hiçbir sarsıntı duymadan O’nun dinine omuz verelim. Çünkü dünyamızı ve ahretimizi imar etmenin yolu buradan geçmektedir. Biz sefere çıkalım. Sefer için üzerimize düşen bütün hazırlıkları tamamlayalım. İnsan olarak yaşadığımız topraklarda Allah’ın dininin ihya ve inşası için bütün gücümüzü ortaya koyarak, var olan doğal enerjimizi tüketelim ve sonunda “Bittik ya Rabbî” dediğimizde Allah’ın yardım jeneratörü devreye girecektir. Hedefe varmak için üzerimize düşeni yapmadan, Allah yolunda tükenmeden Allah’tan yardım beklemek, Mehmet Akif’in tevekkülü anlatırken ifade ettiği gibi, -hâşâ- Allah’ı ırgat tayin etmektir. O halde unutmayalım ki, Allah’ın yardımı, O’nun dinine, gücümüzün sonuna kadar omuz verme ve enerjimizin tamamını o uğurda tüketme şartına bağlıdır. Allah yolundaki seferberliğimiz bu şekilde gerçekleşirse, Allah’ın yardımı da beraberinde tecelli edecektir. O zaman sefer bizden, zafer bahşetmek de Allah’tandır. Eğer Yüce Allah, “Benim dinime yardım ederseniz, ben de size yardım ederim, elinizden tutar, ayağınızı kaydırmam” diyorsa, yardım eder, elimizden tutar ve ayağımızı da kaydırmaz. Çünkü Allah, şarta bağlı söz vermişse, o şart yerine getirilince, O da sözünü yerine getirir. Yani Allah vaadinden hulf etmez/caymaz. Biz müminler, imanımızın gereği olarak buna can-ı gönülden inanırız, inanmak zorundayız.
Ne mutlu Allah’a imanlarını, O’na güven ile taçlandıranlara!