Seçimimizi yaptık, oylarımız sayıldı ve ortaya matematiksel bir tablo çıktı. Ne birinci memnun sonuçtan ne üzülüyor sonuncu. Ne sokaktaki seyyar satıcı tatmin oldu ne sanayide ihracatçı. Sevinen yok mu, var. Kimler seviniyor ve sevincini nasıl dile getiriyor, gören de garipsiyor, sevinen de şaşırıyor.
Farkındayım, seçimle ilgili konuşmayan ve kendince bir izahat yapmayan yok. Bunca laf söz arasında bizim söylediklerimiz fotoğrafın neresinde yer bulur çok da takılmıyorum. Biz söyleyelim, kendimizi kayıt altına alalım.
Matematiksel olarak bir tablo çıktı dedik, sayısal verilerle yönetilmediğimiz bir gerçek ama hükümet olmak için parmak sayısında lazım olan kelle başı adama ihtiyaç var. Şimdi birçok senaryo çizilecek yazılacak, o şununla olmaz bu da şuna uymaz tarzında yaklaşımlar dönüp duracak sohbet meclislerinde.
Eli kalem tutan, dili söz söyleyen, ağzı laf yapan herkes kadar canım vatandaşım da konuşup tartışacak, çayına meze yapacak. Daha gün bitmeden sağdan soldan zamdı, dövizdi, stoktu haberi nasıl aldı başını gitti diye köylüm de konuşacak, ekonomi uzmanı da…
Elbette konuşulacak tartışılacak, ancak konuşmaların hepsi sayısal bir veriye gelip dayandığı için müphem ve atıl kalacak. Toplum mühendisliğine soyunanlar tam da bunu istiyor sanırım. Kırılgan ve silik çizgilerle belirlenmiş sınırlı insanlar, tanımlı topluluklar…
Şimdi görüyorum ki ülke olarak ve hatta millet olarak üzerimizde değişik oyunlar oynanmasına hâlâ mukavemet gösterecek seviyede değiliz. Projelerin cirit attığı bir çağ daha “hayır, biz asıl olanız” diyemeden elimizden kayıp gidecek mi yoksa? Soruyu şu şekilde sormak da mümkün; kendi yazdığımız ve başrolünde olduğumuz gerçek hayatları yaşatmak mümkün olmayacak mı?
Dönüp kendine bakmalı insan, ama önce kendine. Bunu daha çok Müslümanların yapması elzem değil midir? Bir dava adamı olmayı Müslümanım dedikten hemen sonra dile getirenlerin sergiledikleri tavır ne kadar yakışacak tarihine ve karakterine?
Seçim dediğimiz, dünya işlerimizden sadece biri, birçok yönetim şeklinden birinin sıradan uygulaması. Sıradan olması önemsiz, bayağı, geçti gitti tarzında bir tavır takınmak değil elbet. Tam tersine benim birey ve millet olarak dış dünyaya karşı küçük büyük demeden tavrımı göstereceğim büyük bir meseledir.
Kendine dönüp bakması gerekenler içinde daha düne kadar son on yılın rahatlığını yaşayanlar gelmeli. Sabrını ve şükrünü eda edemediğimiz hiçbir nimet sürgit devam edecek değildir. Konfor ve rahatlık, para ve mal, statü ve makam… Hepsinin imtihanı çetindir ve kaçınılır değildir. İmtihanın kazanılması varlığa da yokluğu da sabır, varlığa da yokluğa da şükür ile mümkündür.