Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Diyanet Akademisi Başkanlığı 1. Dönem Aday Din Görevlileri Mezuniyet töreninde: “Farklı maskeler altında sahnelenen şeriat düşmanlığı var. İslam'ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık, esasında dininin bizatihi kendisine husumettir. İnanıp inanmamak, yaşayıp yaşamamak elbette bir tercih meselesidir. Ama dinin emirlerine dil uzatmak başka bir konudur. Bunlar bilmedikleri, anlamaya tenezzül etmedikleri insanlara, değerlere ve sembollere karşı kör bir husumet beslediler. Şeriata yönelik sergilenen pervasızlıkların gerisinde cehalet ve bilgisizlik hastalığı var” demişti. Ve çok doğru söylemiş, kitabın tam ortasından konuşmuştu.
“Şeriat” kelimesini Reis’in ağzından duyan tarihî İslam düşmanları, kırmızı görmüş boğalar gibi saldırıya geçtiler. Başta, Şeriatı yürürlükten kaldırma denaetini gösteren cumhuriyetin tosuncukları bilumum kemalist, laik, deist ve ateist güruh aynı koroda yer aldılar. “Cumhuriyetimizin kurucu ilkelerini yok sayanlar artık gerçek niyetini ayan beyan açıklamakta bir sakınca görmüyor. Laiklik kırmızıçizgimizdir.” “Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün çizdiği muasır medeniyetten vaz geçmeyecek. Laiklik karşıtı rüyanızdan vazgeçin artık” misüllü “laiklik” soslu cümleler havada uçuştu. Bu arada Bel’am kılıklı ilahiyatçılar da sahne aldı. Felsefeci-İlahiyatçı olarak kendini anons eden bir çakma ilahiyatçı; “İslam’da iman, ahlak, ibadet ve şeriat var. Şeriat bir iman esası değildir. Şeriat sadece aile, ceza ve kamu hukuku ile ilgili hukuki hükümlerin derlemesidir” diye ferman buyurdu. Bu arada gölge genel başkan Özgür de; “Açlığın, yoksulluğun, işsizliğin olduğu yerde Recep Tayyip Erdoğan'ın suni gündemlerinin peşine takılmayacağız” diyerek meseleyi açlık-yoksulluk edebiyatı ile geçiştirip seçim öncesi olması nedeniyle Şeriata “Ortaçağ” benzetmesi yapmaktan kaçındı.
Merhum Necip Fazıl üstadın: "CHP bir parti değil, Türk'e dinini, dilini ve özünü kaybettirmeye memur bir katliam müessesesidir" dediği bir siyasi hareketin başkanının ve avanelerinin Şeriat ile ilgili söyledikleri, cibiliyetlerinin gereğidir. Birinci meclisi feshederek göstermelik baskın bir seçimle Şeriat karşıtı devşirme milletvekillerinden oluşturduğu ikinci meclis aracılığı ile Şeri hukuk başta olmak üzere ne kadar hayata müdahil İslamî değer varsa yürürlükten kaldırıp Türkiye'yi laikleştiren tek parti faşizmi uygulayıcısı CHP’nin uzantılarından, Şeriatla ilgili güzel şeyler konuşmasını beklemek, devenin iğne deliğinden geçmesini beklemek kadar abestir. Onlara söz söylemeye değmez. Biz asıl “Müslümanım ama Şeriatçı değilim, laik Müslümanım” diyenlere bazı hatırlatmalarda bulunacağız. Meseleye, ilk dönem âlimlerinin baktığı gibi Kur’an gözüyle bakarak anlam kazandıracağız. Daha sonra Şeriat’ın anlamını kaydıranlara itibar etmeyeceğiz.
Efendiler! Dini devletten kovan, Allah’ı hayata müdahale ettirmeyen, İslam’ı özel hayata, vicdanlara ve mezarlığa hapseden laikliği sahiplenmek ve iman esası haline getirmek senin Mü’minlik vasfını yok eder. Müslüman fert “ben laikim” diyorsa iman iddiasından vazgeçiyor demektir. Çünkü Müslüman, laik olamaz, laikse Müslüman kalamaz. Bütün türevleriyle laik anlayışın ortak paydası, dini devlet işlerinden ayırmaktır. Laiklik “Din işi ayrı dünya işi ayrıdır. Dini ve Allah’ı devlet işlerine karıştırma, din ayrı siyaset ayrı” şeklinde sloganlar halinde millete dayatılmıştır. Şartlandırma yoluyla şuur altına yerleştirilmiştir. Bugün dinî alt yapısı olmayan gelenekçi Müslümanlar da, Kemalistler de, sosyalistler de, deistler de, ateistler de aynı sloganları kullanırlar.
Kısaca deriz ki, Müslüman şeriatçı olmak zorundadır. Niye mi? Hayat kitabımız bu konuda şöyle buyurur da ondan: “(Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik.” (5/Maide:48); “Sonra seni iş hususunda bir şeriat üzere kıldık. Ona uy ve bilmeyenlerin arzularına uyma.” (45/Casiye:18). Bu ayetler, Allah tarafından gönderilen Şeriata uymamızı emreder. “Ben Müslümanlardanım” diyen bir Mü’min de pazarlıksız ve şartsız olarak bu gönderilen Şeriata inanır ve uyar. İmanını, laiklik küfrüyle iptal etmez. Sapla samanı, hakla batılı karıştırarak Müslümanlık tafrası atmaz. “Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.” (2Bakara:42). Dolayısıyla kimse kafasına göre “Müslüman” ve “Şeriatçı” tanımı yapamaz. Bu, hakkı da değil, haddi de.
Beyler! Dürüst olun. “Ne iseniz” eziklik duymadan kendinizi öyle ifade edin. Aziz Nesin gibi ateistliğinizi veya başka tür kâfirliğinizi kafanız dik şekilde savunun. Müslüman olmak zorunda değilsiniz. Allah da “illa Müslüman olun” diye zorlamıyor. “Şüphesiz biz ona/insana doğru yolu gösterdik; artık o isterse şükreden olur, isterse nankör.” (76/İnsan:3) ve “De ki: Hak, Rabbinizden gelendir. Artık dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin.” (18/Kehf:29) buyurmak suretiyle herkesi tercihlerinde serbest bırakmıştır.
Sonra, din bir “hayat tarzıdır.” Kâfirlik de bir dindir, bir hayat tarzıdır. Bakın Kâfirûn suresinde bu durum nasıl dile getiriliyor?
“De ki: “Ey Kâfirler! Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk etmem. Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz… Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.” (Kâfirûn:1-6).
Görüldüğü gibi “Ey kâfirler!” diye başlayıp “Sizin bu kâfirlik dininiz size, bizim Müslümanlık dinimiz de bize” demek suretiyle sizin seçtiğiniz hayat ve inanç tarzınızı -bâtıl da olsa- Allah din olarak kabul ediyor. O zaman bu seçiminizden dolayı komplekse girip eziklik duymadan alnınız açık ve yüzünüz ak olarak kendinizi ifade edin. Allah’ı bazı işlerinize karıştırıp bazı işlerinize karıştırmayıp yani Allah’ı cami ve mezarlık işlerine karıştırıp meclise, Bakanlıklara, Genelkurmaya, kışlalara ve mahkemelere yaklaştırmayıp “Oraları biz gökten gelen kurallarla değil, akıl ve bilimin öncülüğünde idare edeceğiz” deyip ondan sonra da Müslümanlık iddiasında bulunmayın. Kafanıza göre değil Kur’an’a göre Müslüman olmak zorundasınız. Kur’an’ın “kâfir” nitelemesine uyuyorsanız alınganlık göstermeyin, neticeye razı olun. Safınızı ona göre seçin.
Hele hele “Şeriat isteyenler, Afganistan’a gitsin. Arabistan’a veya İran’a gitsin” diyerek kötü uygulamaları bize örnek gösterip tavsiyede bulunanlar var ya! Onlara diyoruz ki, İslam’ın Hilafet Makamı Anadolu topraklarında yıkıldı. “Yiğit, düştüğü yerden kalkar” misali, inşaallah bu topraklardan ayağa kalkacak ve dünyaya örnek olacak. Türkiye, İslam âleminin umudu ve arzusu, haçlı sürüsünün de kâbusudur. Biz hiçbir yere gitmiyoruz. Bize yer gösterme zahmetinde bulunmayın. Gitmek istiyorsanız sizin inancınıza ve dünya görüşünüze en yakın Yunanistan var, oraya, ya da daha başka bir Frengistana gidebilirsiniz. Anadolu topraklarında baskı ve jandarma dipçiği ile kurduğunuz “Laik Gecekondu devletinizle” mülk sahibi olduğunuzu mu zannediyorsunuz? Mülkün asıl sahipleri bir gün devletlerine kavuştuklarında ya uyarsınız, ya da layık olduğunuz yere gidersiniz. Çünkü biz hancıyız siz yolcu… İşinize geliyorsa.