Ekonomik olaylarla yoğun gündem, FED toplantısında alınan kararlar ve ECB başkanı Draghi’nin açıklamalarıyla daha da ağırlaştı. Artık her ülke, diğer ülkelerin aylık ve haftalık verilerine bakarak orta ve uzun dönemi kapsayan ekonomi politikaları oluşturulamayacağını umarım anlaşmıştır. Fazla değil, bundan yaklaşık birkaç ay öncesinde geçen yılın sonlarına doğru, FED’in 2019 yılında en az üç olmak üzere hatta daha çok faiz artırımına gitme olasılığından, gelişmekte olan ülkelerin hele birde Türkiye gibi cari dengesi açık veren ülkelerin ancak yüksek maliyetlerle dış kaynak (dış borçlanma) bulacağından söz edilirken, şimdi 2020 yılında faiz indirimi konuşulmaktadır. Birbirine tamamen zıt iki görüş arasında geçen yaklaşık altı ay gibi kısa süre içinde başta ABD, Çin, Japonya olmak üzere Almanya’nın başını çektiği AB’nin İngiltere, Fransa, İtalya gibi önde gelen ülkeleri yanı sıra, gelişmekte olan ülkelerle ilgili onlarca veri açıklanmıştı. Açıklanan söz konusu ülkelerin salt olarak kendi verilerinin irdelenmesi ve yorumlanmasının belki kendi içinde bir anlamı olabilirken, günümüz dünya ekonomisi ölçeğinde fazla bir değer ifade etmemektedir.
Ülkelerin her birinin açıklanan ekonomi verilerini bir anda boşa çıkarıp kıymet erozyonuna uğratan en önemli unsur, hemen tüm ülkeleri her alanda birbiri ile birbirine eklemleyen, “küreselleşme” olgusudur. Küreselleşme ülkeler arasındaki ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel, toplumsal, hukuksal ve evrensel insan hakları konusunda adeta neden-sonuç ilişkisi doğurarak, düşünsel bazda tüm uzaklıkların içselleşmesini sağladı. Üstelik gelişmiş batılı ülkeler, ekonomiler arasındaki karşılıklı etkileşimi olumlu veya olumsuz anlamda tetikleyip global düzeyde etkiler doğuran ve tabi ki final bölümünde de gelişmiş ülkelerin menfaatlerini maksimum yapacak şekilde sonuçlar ortaya çıkması için siyasi algı operasyonları yanı sıra IMF, WB, Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşları gibi kurgulanan ekonomi tandanslı kurumlar vasıtasıyla da, amaçlarına ulaşmaktadırlar. Fazla değil kırk yıl gibi bir ülke tarihi açısından çok kısa olarak kabul edilen süre içinde dahi sahnelenen oyun, herkes tarafından bilinmektedir. Irak-İran Savaşı, batılıların Irak’ın Kuveyt’e saldırması için önce palyatif nedenler öne sürerek kaos ortamı koşulları oluşturulduktan sonra “Irak’ta nükleer silah üretiliyor” yalanının arkasına sığınarak demokrasi yerleştirme adına Irak’a askeri müdahalede bulunması, türlü entrika ve tertiplerle Sudan gibi yeraltı kaynakları bakımından zengin Afrika ülkelerinin emtialarına sahip olmaya çalışmaları gibi tezgahlanan bir çok siyasi gelişmeleri örnek göstermek, hiç de zor değildir.
İktisadi ve siyasi açıdan isteklerini elde edemeyen veya ciddi düzeyde dirençle karşılaşan batılı ülkelerin, ekonomi kozunu kullanarak amaçlarına ulaşmaya çalışmaları, artık hiçbir ülke için sır değildir. ABD’nin Orta Doğu’yu kontrolü altına almasında en önemli sorun olarak gördüğü Rusya, İran ve Türkiye’ye yönelik gizli veya açıktan ekonomi üzerinden bir yana, siyasi ve askeri gücünü “aba altından sopa gösterir” nitelikte kullanma opsiyonunu sahnelemekten çekinmeyecek kadar pervasız hareket edebilmektedir. Bugün ABD’nin insansız hava aracının düşürülmesinde hemen İran’ın suçlanması, bölgede tansiyonu artırarak batılıların müdahale olanaklarına alan açma, girişimlerinden başka bir şey değildir. İran üzerine şüphe oluşturma amaçlı bu manipülasyonların benzerini, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarından biri olan Moody’s tarafından ortaya koyduğu negatif argümanların bir çoğu Türkiye ve ekonomisi üzerinden uygulamaya konulmaya çalışılmaktadır. Türkiye ekonomisinden çok daha kötü durumda olan ülkelere yatırım yapılabilir anlamında değerlendirmelerde bulunan söz konusu kuruluşlar, ülkemiz için yatırım yapılabilir düzeyin birkaç kademe altında yer alan B1 gibi veya eş değer puanlar verebilmektedirler. Bir diğer dikkat edilmesi gereken nokta ise, bu kuruluşların (Fitch, Moody’s, S&P) açıkladığı raporlarla verdiği puanların önemli bir kısmının, seçimler öncesi alelacele gündeme getirilmesidir. Ancak bu konuda ülkemiz ekonomisinin de, tamamen masum olduğunu belirtmek mümkün değildir, yani Türkiye ile ilgili verilen puanların ve değerlendirmelerin tamamen art niyetli olduğu da söylenemez. Bu realitenin ışığında ülkemiz yöneticilerinin gerekli dersleri çıkararak orta ve uzun vadeli politikaları uygulamaya koyma kararlılığını göstermeleri, en büyük kazanımımız olacaktır. Şayet bu alanda gerekli adımlar atılmazsa, ülkemiz ekonomi ve siyasetinde ortaya çıkacak negatif bir algının sonuçları sadece sorun çıkan bizi etkilemekle değil, küreselleşme olgusu etkisiyle hızla tüm dünyaya yayılmaktadır. Bu ise ülkelerin tekil olarak güçlerini törpülemekte, doğal olarak sorun ve çözümleri de globalleştirmektedir. Artık günümüzde bir ülkenin kararı, dünyanın kararı konumuna gelmiştir ki, hiçbir ülkenin kendi adına hata yapma marjı neredeyse kalmamıştır.
Soru: Katma Değer Vergisi gelirinin azalması ekonominin kötüye gittiğini gösterir mi? Neden?
Sözün Gözü: Defolu malın kıymeti düşüktür, tıpkı yalancı insanlar gibi.