Geçen gün Pursaklar Sanayisine doğru yürüyorum. Kırlık bir alan. Bahar yaza dönüşmüş olsa da hâlâ epeyce çiçek var. Daha önce defalarca yaşadığımı yaşıyor, gidip çiçekleri seviyor, yeni görmüş gibi bakıp Allah'ım sen ne güzelsin diyor ve bir parça koparıp kitabımın arasına koyuyorum. Bu çiçeklerden koparıp kitabımın arasına koyarken, -kurutup hediye etmek istediğim- bazı simalar gelmiyor değil gözümün önüne. Ancak daha derinlerde şunu hissediyor ve yaşıyorum. Bu çiçeklerin kurumasına kadar yaşamayabilir, bu kurutulmuş çiçekleri, şu an aklımdan geçen insanlara da veremeyebilirim. Dramatize edilmiş bir duygusallık değil bu, kadere inanmak. Fakat hepsinden öte şu var: Güzel, merhametli ve beni ruhsal olarak besleyen bir şey yapıyor ve yaşıyor ve hissediyor ve seviyor olmama ve Rabbimin verdiklerine şükrediyorum.
X
Bir Alman gökbilimci, aşağı-yukarı on yıldır Alplerin en yüksek doruklarından birinde, sürekli karlar arasında yaşıyormuş. En yakın köy bin metre kadar aşağılarda, dağın eteğindeymiş, oradan her gün on iki yaşlarında bir kız çocuğu kendisine yiyecek getirirmiş. Çocuk on yılda, her gün bin metreyi inip çıkarak büyüyüp serpilmiş, güzel, gürbüz bir genç kız olmuş, gökbilimci de onunla evlenmiş. Düğün köyde yapılmış ancak yeni evliler balayı için kendi evlerine tırmanmışlar.
İşte böyle bir sevgilisi olsun istiyordu, bütün öteki erkeklerden bin metre uzakta; böyle, hiçbir sakıncası olmaksızın, sonsuza değin ona bağlanmak. Ancak eğer gökbilimci gibi, yaşamını hep belirli bir şeye bağlayabilseydi.
Bu hikayeyi hatırlıyor, kendine güvenemiyor ve yine de soruyordu: "Ya sen, sen gelip öyle bir dağın tepesinde benimle birlikte yaşamak ister miydin?"
X
Eflatun, isimleri aklında tutamadığı için herkese “sevgili dostum” dermiş. Senin adını unutmam mümkün değil ancak, -unutmak istemekte değil- sana “sevgili dostum” demek istiyorum. Sevgili. Dostum. Genel bir ifadeyi çağrıştırıyor olsa da çok sıcak, samimi, pazarlığı olmayan ve hatta samimiyete çağıran bir sesleniş; “sevgili dostum.”
X
“Kimin hangi unvanı neden aldığını ve neden o unvanı hak etmemiş olduğunu tartışmaktan başka işleri olmayan koskoca adamlar…” Ve bir önceki cümleyi sonraya alıyorum: “Aklı başında –nasıl bir akılsa- bir takım adamların, aptalca unvanlara tutkun olmaları anlaşılır bir şey değil.”
Anlaşılır olmaz olur mu? Günümüz, herkesin birbirine benzer ve aynı terzinin elinden çıkmış giysilerle birbirine hava bastığı, yürekli olanların açıktan, yüreksiz olanların alttan alta öne çıkma mücadelesinin olduğu bir devir değil mi? Var olanı korumak ve mümkünse daha çok tanınmak. Bütün numaralar aynı sahneye çıkıyor!
İnsan, başkalarının üzerinde bırakmak istediği izlenimde çoğu kez yanılır. İzlenim bırakmak, öyle veya böyle roldür, değişik –bilinçaltı- reflekslerle yaptığımız hesapların yüzümüze ve dilimize yansımasıdır ve doğallıktan uzaktır. İzlenim bırakmak değişkendir ve her yeni tanışılan insana yeni baştan izlenim bırakmakta sıkıntılı bir durumdur. İyi bir insan bilinmek ve sevilmek içgüdüsüyle yapılır ne yapılıyorsa. Oysa iyi bir insan bilinmenin yolu, en basit iyi insan davranışlarını sergilemek ve sevilmeyi beklemeden sevmektir.